Sıradan bir güne sıradan başlamak alışkanlık olmuştu onda. O alıştıkça bu duruma etrafındakiler de alıştı. Her sabah uyanıyordu, uyanmak değildi tabi onunki yaklaşık iki yıldır, yani kızı doğduğundan beri neredeyse hiç uyumuyordu. Aslında daha eskilere dönmek gerekiyordu, yaklaşık 5 yıl kadar önce okul bitmiş, mesleğini eline almış baba evine geri dönmüştü. Hayatta, hemcinslerinden bir sıfır öne geçmiş hissediyordu kendini. Öğretmen olmuştu hem de kız meslek liselerinde eğitim verecekti. Nasıl bir zamanlar onu, okuması için yönlendiren öğretmenleri olmuştu o da birçok öğrencisine bunu aşılayacaktı. Bir kadın olarak kendi ihtiyaçlarını kendi alacak, ileride çocukları olduğunda eşine muhtaç olmadan da onların isteklerine cevap verebilecekti.
Okul bittiğinde kpss yi hemen kazanamadı birçok arkadaşı gibi, bir yılı evinde geçirmesi gerekiyordu. 4 yıl önce üniversite için çıktığı ve sadece tatillerde misafir gibi geldiği evde yaşayacaktı. Başlarda kendi evi olduğunu sanıyordu; zamanla, kurallarını artık tam olarak kabullenemediği barınak haline geldiğini kabullendi. Kaldı ki anne babası da her an gidecekmiş gibi davranıyorlardı ona. Odasını kardeşine göre düzenlemişlerdi, eşyaları için yeni yerler açmak yerine her an gidecekmiş gibi toplu durmasına özen gösteriyorlardı. Olaylara iyi tarafından bakmak gerekir düşüncesiyle kpss mın iyi geçip gideceğimi düşünüyorlar herhalde diye katlanıyordu bu duruma ama işin kokusu daha yarı dönem bitmeden belli oldu. Biri vardı; öğretmen olmuş, atanmış, ailesi de temiz, tanıdık her şeyiyle ona uygun... Sadece tanış-görüş istemezsen yine de olmasın diyen herkes, daha iyisini de bulamazsın, ne istiyorsun ki evlen gitsin, yaşında geldi, çocuk ne zaman yapacaksın... diye bir sürü şey de ekliyordu görüşlerine. Tanıştı o da. Küçük bir ilçede yaşıyordu. Gerçekten hayattan ne bekliyordu? Bugün olmazsa yarın evlenecekti zaten. Hem öğretmen olan müstakbel eşi de atanmasını istiyordu, çalışması için onu destekliyordu. Açıkçası tipini de beğenmişti, uzun boylu renkli gözlü, esmer, eli yüzü düzgün bir adamdı. Üniversiteye gitmeden önce de gelen olmuştu bu şekilde, evdekilere kalsa o zaman bile düşünmeliydi evlenmeyi. Kız kısmına 'alan pezevenk baksın' denirdi buralarda, okuyup ne yapacak çocuk falan derken ev işleri yeter onlara. Ama o eğitimini tamamlamadan hiç düşünmemişti evlenmeyi ve şimdi bitmişti işte okul. Hem mazereti kalmadı hem de etrafındakilerin bu kadar onayladığı, onun da içine bu kadar sinecek kimi bulacaktı bu yaştan sonra. Kabul etti evlendi şimdi bir de çocukları olan adamla.
Evlendikleri günlerde, ataması olmadan, özel bir okulda çalışıyordu sonrasında kpss den yeterli puanı aldı atandı ama eşiyle oturdukları evden 3 saat uzaktaki başka bir şehre. Daha eşini yeni tanımaya başlamışken ayrı evlerde yaşayacaklardı.
Evlilikten çok büyük beklentileri olmadığından iyi gidiyordu her şey. Eşi tam Türk ailelerinde yetişmiş erkek çocuğuydu; mutfağa neredeyse hiç girmeyen, kadının görevleri evin içinde yapılan işler, erkeğin görevleri evin dış işleri diye düşünen. Çok yabancı değildi bu duruma babası ve erkek kardeşi de bu modeldi zaten. Ama sorun annesinin ev hanımı iken, onun çalışan bir bayan olmasıydı. Bu yüzden evden biraz uzaklaşıp eşinin evde yalnız kalması ve kendine bakması iyi olacaktı. Böylece çalışan bir bayanla evlendiğini hatırlayıp görev paylaşımını tekrar değerlendirebilir diye düşünüp atamasının evinden uzak olmasını bile sorun etmedi.
Artık kadrolu öğretmenlerdi eşi ve o, yaşadıkları ülkenin birçok mezun olmuş öğretmeninden daha şanslı iki insan. Tüm yakınları tarafından takdir ediliyordu durumları ama bir yandan da ne bekliyorsunuz artık çocuk yapsanıza sesleri yükseliyordu. Her şey uygundu dışarıdan bakıldığında ki o ve eşi de aksini düşünmüyorlardı. Bir yıl sonra eş durumundan gelecekti nasılsa evine.
Hamile kalınca, bir de evli barklı kadın yalnız kalmasın diye annesi ve babası onunla gitti atandığı yere. Tekrar ebeveynleri ile kalıyordu fakat bu sefer ev sahibi o idi. Babası yorulmasın diye alış verişe, annesi yorulmasın diye ev işlerine koşturuyordu, bu arada çalışıyordu tabii. Bu tempoda bir yandan karnı da büyüyordu.
Son ayda evine geldi izin alarak, doğumdan sonra da izni vardı. Sonrasın da yaz tatiline gireceklerdi zaten tüm okullar. Sadece ev hanımıyken eşinin okuldan gelmesini beklemek, yemek yapmak, çamaşır yıkamak, çocuğunun doğumunu beklemek... hiç zor gelmiyordu ona. Öyle bir zamanda, doğuma 20 gün kala daha bekleyemeden dünyaya geldi kızı. Daha sezaryenle mi normal mi doğuracağına karar veremeden normal doğdu. Küçücük nefesi alırken bile yorulan, emmek için hiç gücü olmayan küçük bir kız. Eşi birçok Türk erkeği gibi oğlu olmasını istiyordu ama kızı olmasına da sevinmişti en az onun kadar. Evliliklerinde her şey tamdı artık dışarıdan-içerden bakılınca.
Doğum iznini, yaz tatiliyle birleştirip 5 ay evinde geçirmişti. Stajyerliği bitmediğinden ilk eş durumu tayinine başvuru yapamadı ve geri gidecekti işine hem bu sefer yalnız da değildi artık kızı da vardı. Eşi yine evinde kalacaktı. Baba olmak hele de daha çocuk küçükken ne kadar kolaydı sadece herkes gibi çocuğu sevmekti görevi, bakım dedikleri para kazanmaktı ki onu çalışan tüm bayanların da yaptığı hep göz ardı ediliyordu, hoş ne yapacaklardı ki adamlar, 6 ay boyunca anne sütü içen bebeklere nasıl bakacaklardı diye düşünüyordu. Anne ve babası sağ olsun düzenlerini bırakıp bu sefer hem de torunları olduğu için daha bir istekle geldiler onunla görev yerine.
Kendine ayıracak çok zamanı olmuyordu artık. Gece sabahlara kadar 6-7 kez uyanan bir çocuk, evinde çocuğunun yanında duran anne ve babası; yemek yapması, temizlik yapması, çocuğunu doyurması-temizlemesi- uyutması- emzirmesi gerekiyordu. Bir yandan da düşündüğünde tüm istediklerini elde etmiş durumdaydı bir işi, eşi vardı, hep istediği kız çocuğu olmuştu ama hayallerinde böyle değildi bu istekleri sanki. Hep aklından bu yıl geçince her şey iyi olacak diye geçiriyordu. Eşinin yanına atanacak normal bir aile gibi yaşayacaklardı.
Gel zaman git zaman kızı 8 aylık olduğunda eş durumu ataması ile ara dönemde atandı eşinin yanına. Ailesinde herkes mutluydu; o eşine, çocuğu babasına kavuştu diye, o da mutluydu bunlara ama yeni bir okul, bilmediği yeni ortamında onu beklediği aklındaydı hep. Ara tatilde evinde eşi ile her şey güzeldi. Ev hanımlarının olağan günleri gibi zevkle baktığı çocuğu, yemeklerini severek yiyen kocası, bulaşık, ütü, çamaşır...hepsine yetmeye çalışıyordu.
Tatil bitiminde çocuğa okuldayken kimin bakacağı problem oldu. Anne ve babasının yaklaşık 1 yıl yaptıkları fedakarlıktan sonra evi yakın olan eşinin annesine düştü bu görev. Hakkını da vermek lazım iyi ilgileniyordu torunuyla. Sabah kalkıyordu eşini uyandırıyordu annesini almaya gitsin diye, daha sonra kahvaltıyı hazırlayıp çocuğunu emzirip biraz daha uyumasını sağlayıp giyiniyordu işe gitmek için. Eşi annesini getirdiğinde bir şeyler atıştırıp çıkıyordu evden, arabayla yarım saat uzaklıkta ki okula gitmek için. Saat 3 gibi eve geliyordu kızını emzirip uyutup ev işlerini yapmaya başlıyordu. Eşi onun yokluğunda evde durmak yerine annesine gittiğinden ev işlerine karşı iyicene tembelleşmişti. Atanıp giderken eş, temizlikçi, aşçı, öğretmen iken şimdi bir de anneydi artık bu evde. O dönem nasıl olduysa bitmişti, okul da yeni olması, yarım dönemde başlamış olmak daha az işine yoğunlaşmasını sağlamış, ev de hiç düşünemediğinden otomatik gibi her şey kendiliğinden olur hale gelmişti.
Yaz tatili gelse de evde bir düzene girsem derken yaz tatili başlamıştı. Rahat bir nefes aldı. Artık eşi ve kızı ile yeni bir düzen kuracak hayatına çeki düzen vermeye çalışacaktı ama eşi onun için plan kurmuştu bile tatile anneleriyle gidecekler hem çocuğa annesi bakacak onlar rahat edeceklerdi. Çok güzel düşünmüştü eşi bu yüzden kabul etti, hoş etmese de karar verilmişti. Tatil her tatil gibi iyi geçmişti. Tatil dönüşü kendi ailesinin sitemi üzerine onlara kalmaya gittiler. Neredeyse torunlarını onlara göstermemekle suçlanıyorlardı hoş ne zaman isteseler geliyorlardı görmeye ki gelsinler zaten. Öyle böyle tatil de bitmişti. Bu arada 1 yaşını çoktan bitiren kızları hala emiyordu annesini. Kulaktan duyma ve hekimlerinde söylediği anne sütünün çok faydalı oluşu ve uzun süre emzirilmesi gerektiği her fırsatta hatırlatıldığından ve bir de anne olarak bunu yapmaktan hoşlandığından devam etmişti emzirmeye.
Okul kapanırken nasıl bir düzen varsa kaldığı yerden devam ediyordu her şey. Sadece gece saat 11 de uykusuna yatan kızı sabaha karşı 2 buçuk 3 gibi uyanıp emmeğe başlayıp sabah kalkma saatine kadar meme ağzında uyumak istemesi ve bu arada neredeyse hiç uyumadan işe gitmek zorunda kalması dışında her şey aynıydı.
Artık yeni dönemde benim okulum, benim sınıfım diyebiliyordu. İşin de yeni yöntemler izlemek istiyordu ama bilgisayara oturduğunda yanında bitiyordu kızı. Sadece işle ilgili durumlarda değildi, kızıyla ilgilenmesi gereken durumlar; yemek yapmaya çalışıyordu, kızı ondan önce mutfağa girmiş bir yerleri karıştırmaya başlamış oluyordu, uzun süredir makyaj yapmadığı gibi kızı karıştırmasın diye kaldırdığı makyaj eşyalarının yerini bile unutmuştu, gündüzleri bırakıp okula gittiğinden evde tuvalete bile giderken peşinden geliyordu kızı. En son ne zaman yalnız bir şey yapmıştım diye düşünmeye zamanı bile yoktu. Kaldı ki üniversite de yalnız avm lere gidip alış veriş yapmaya bayılırdı.
Artık emmemesine geç de olsa karar verdikleri bir gece kızlarını babaannesinde bıraktılar. Böylece sabaha kadar memesiz uyuyacak, ertesi günde zaten yediği diğer yiyeceklerle karnı doyup emmemesi sağlanacaktı. Kızının evde olmadığı gece alışkanlıktan ya da kızı ile ilk defa ayrı kaldığından bir türlü uyuyamadı, yanında yatan adama bakıp uzun süredir düşünmediği hallerini düşünmeye başladı. Eşi evlendiğinden beri nelerden vazgeçmişti; tuttuğu takımın maçlarını hiç kaçırmadan statta izlerdi hala her hafta kaçırmıyor, arkadaşları ile haftada bir gün buluşurdu, hala atlamadan her hafta buluşuyorlar, araba kullanarak stres atıyordu hala kızları çok ağladığında arabanın anahtarını eline alıp çıkıyor… saydıkça sinirleri daha çok bozuluyordu. Kendine geçip nelerinin değiştiği düşünmek bile istemiyordu ama geliyordu aklına işte; arkadaşlarını hiç görmüyordu uzak bir ilde üniversite okuduğundan orada kalmışlardı, gitmek istese yatılı gitmesi gerekiyordu ki evlendikten sonra mümkün olmadı bu. Neredeyse her hafta yeni bir şeyler alırdı eskiden kendine öyle vardan da değil yemezdi-içmezdi kıyafet alırdı, şimdi maaşı vardı ama dışarıda harcayacağı zamanı yoktu. Saçlarının rengini değiştirirdi, şimdi ise kendi saçına en uygun olan rengi evde kendi boyamaya çalışıyordu o da beyazları çıkarsa, ihtiyaçtan. Sinemaya da giderdi öğrenciyken şimdi ‘ne gerek var, evde izleriz’ diyor kocası. Evde de izlemek güzel olur tabii ama kızları evde sıradan bir dizi izlemeye fırsat vermezken filmi nasıl ve ne zaman izleyecekler? Bunları düşünürken göğüsleri sızlamaya başladı, doluyordu sütle. Kendine baktı 48 kiloydu evlenirken annesi, teyzeleri hatta birçok kadın gibi şimdi 62 kilo olmuştu. Evlenince almıştı biraz, onları vermeden hamile de kalınca göbekli şişko bir şey olmuştu doğumdan sonra. Diyet yapmasına da karışmışlardı ‘emziriyorsun diyet yapılmaz’ demişti etrafındakiler, işine geldi onunda.
Düşündükçe uykusu açılıyordu sanki. Yatak odasında ki düğün fotoğrafı takıldı gözü; eşi, o fotoğraftaki adamdı hala ama onun, gelinliğine girebilmesi için neredeyse içinden iki tane daha bebek çıkması gerekiyordu. Odada bütün küçük eşyalar yükseklere kaldırılmış, bebeğin beşiği yerleştirilmek için yatak odasının düzeni bozulmuştu. Dağınıklığı ilk kez bu kadar net görebiliyordu, sürgülü kapakları tam kapatılmamış gar dolap, çekmecelerden fırlamış çamaşırlar. Odada gezinirken gözleri, saten-dantelli geceliklerin olduğu çekmecenin ne kadar düzgün durduğunu fark etti. Anne olduğundan beri neredeyse hiç giymemişti onları. Gar dolabın içinde ki çantayı fark etti, kaybettiği makyaj eşyaları vardı içinde, hatırlıyordu; kızı okuldayken makyaj eşyalarını karıştırmış, annesi de mavi çantasının içine doldurup gar dolabın içine koydum demişti. Gözlerini çevirmiyordu odada başka bir yöne daha fazla, çünkü eşyalar dillenmiş ona bu zamana kadar evliliği için nelerden vazgeçtiğini, yaptığı fedakarlıkları bir gecede göstermek ister gibiydi. O inat ettikçe bir eşya daha dilleniyordu; saat seslendi ‘bak ben yine çalışmıyorum, eskiden uyandığında ilk bana bakardın şimdi neymiş kocan sesimden rahatsız oluyormuş’. Komidin durur mu ‘Bak benim üzerimde kitap okumak için konulmuş abajur vardı şimdi nerede olduğunu bile bilmiyorsundur eminim, okumuyorsun çünkü’. Eskiden giydiği topukluların sesleri duyuldu dolaptan ‘Bari kutularımızdan çıkarda arada hava alalım’ diye sitem ettiler. Gar dolabın üzerine katlanıp konulmuş saten yatak örtüsü ‘En son beni serdiğin zamanı unuttum, artık kullanmayacaksan daha ilerlere kaldır da yatağın berbat halini görmeyeyim’. Daha birçok eşya dile gelmiş o gece en sonunda dayanamayıp ağlamaya başlamış artık, ne kadar yüksek sesle ve ne kadar uzun süre belli değil. Bir ara seslere eşinin de sesi katılmış ama eşyalar o kadar yüksek sesle konuşuyorlarmış ki eşinin sesini net duyamıyormuş. Ne yapacağını şaşıran adam göğsüne bastırmış onu, iyi gelmiş başını bastırmak, kulaklarını tıkamak eşyaları duyamaz olmuş belirli süre sonra uyumuş mu, yoksa yorgunluktan bayılmış mı bilmiyor ama odada yalnız açmış gözlerini. Eşyalara bakmış kapamışlar çenelerini fakat içeriden sesler geliyormuş bu seferde.
Artık o gece eşyalarla ne konuştuysa eşini kahvaltı hazırlarken bulmuş, kızı misafirlikten dönmüş kendi kendine oynuyor oyuncaklarıyla... Bunun köklü bir değişiklik olmadığı kesindi ama bir yerden başlanmıştı işte.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder