Fotoğrafım
Çok konuşan, çok yazan öyle herhangi biri işte...

13 Şubat 2012 Pazartesi

O VE ADAM

Yeni çıkan karıncalar için hoş geldin konuşmasından; 'Her zaman sessiz hareket eder, kimseyi rahatsız etmemeye özen gösteririz. Çok çalışır gibi görünüyoruz, öyleyiz de zaten ama çalışmayı sevdiğimizden değil bu. Diğer canlı türlerinin bizim hakkımızda en yanlış anladığı şey bu herhalde. Dünyaya gelirken yüzlerce, daha dünyaya gelen kardeşlerimiz ile birlikte tanıdık dünyayı hem de sadece bir dişi vardı bizim var olmamızı sağlayan. Görev dağılımında ona üreme düşmüş olduğunu anlarız büyüdükçe ve biliriz bizim de görevimiz vardır diğer büyüklerimiz gibi. Bir evde yüzlercemiz birlikte yaşarız ve yaşamak için yemek, ev kurmak, çoğalmak, yeni yerlere gitmek, yani çalışmak gerekir. Sizler de zamanla bunları anlayacak ve topluluğumuza uyacaksınız' diye anlatıyordu Dede, ilk tanıştıkları konuşmada . O ise çoktan düşünmeye başlamıştı bile en iyi nasıl olabilirdi. Herkesle birlikte gelmişti dünyaya ama onlardan daha farklı, daha çok başarılı olmalıydı.
Dede konuşurken yeni tanıştığı genç neslin üzerinde göz gezdiriyordu bir yandan, ilk konuşmalarda pür dikkat dinlenilmek isterdi. Ama illa ileri ki zamanlar da başına bela olacak, hayalperestler başka dünyalara uçarlardı. Onlardan biri takılmıştı gözüne, o konuştukça içinden bir şeyler geçirdiği hayal kurduğu kesindi.
Dede: 'Gençler ilk kural hayal gibi boş işlere ayıracak vaktimiz yok, bizler çalışırız sadece. Bunu bilin ve sakın boyunuzdan büyük işlere zaman harcamayın. Anlaşıldı mı?' dedi gözlerinin içine bakarak. Herkes gibi o da 'anlaşıldı' diyerek Dede' yi dinlemeye devam etti.
Dede: 'Bizim için en önemli alanlar yiyeceklerin toplu olduğu bölgeler...' Dede devamlı konuşuyordu o ise bir an önce bir şeyler yapmak istiyordu. Sonradan öğrenecekti bu bir sabır testi, işi özendirme konuşmasıydı. Yeni gelen nesle hep en olgun kişi yapardı bu konuşmayı. Konuşma biter bitmez herkes bir iş seçerdi kendine. O da seçmişti; yemek bulacaktı.
Bazen saatlerce geziyordu arkasında koku bırakarak büyük bir yemek bulursa hemen gruba haber verebilmek için. Genelde şeker ve ekmek kırıntısı bulabiliyordu taş duvarların arasından geçerek girdiği ve girince sıcaklıkla karşılaştığı alanlarda,o da öyle her gün değil haftanın bazı günleri.Güçlü-kuvvetli olduğundan yemek bulma işini en iyi yapanlardandı. İlk zamanlarda çalışırken çok konuştuğu için önyargılı davranan Dede, biraz daha yaşlanmış olduğundan, onu dinlemek için gençlerin arasına karışıyordu. Genelde yiyecek ararken sadece işlerine konsantre olurlardı, zaten bir çoğunun aklına başka bir şey gelmez, hayatlarından memnun işlerini yaparlardı. O ise her gittiği yere bir göz gezdirir ve diğer arkadaşları bilmese de her gün yeni bir yere gitmeye özen gösterirdi. Bir gün çok ilerledi yuvasından, o kadar ki tekrar yuvasına baktığında, taşıdığı kırıntılardan bile küçük görüyordu onu. Müthiş bir koku çekiyordu oraya onu.
İçeriye girdi insan denilen canlı türlerinin yaşam alanıydı burası. İnsanların çok akıllı olduklarını söylüyordu ondan daha yaşlılar.O çok iyi tanımıyor bu yüzden de bir türlü anlayamıyordu onları; bazı insan türleri onları görünce sevinip 'bereket, elleme' diyordu, bazıları 'çığlık atıp kaçıyorlardı', bazıları 'ellerin de ne varsa yapıştırıyorlardı üzerilerine' bazıları ki en berbat olanları 'bir boru ile bir şeyin içine hapsediyorlardı onları'. Ve bazıları 'hiç umursamayanlar' yani o öyle zannediyordu o güne kadar.
İçeride insan türünün doğurgan olmayanı yalnız oturuyordu ki bu onun için büyük bir avantajdı. Bu türün doğurgan olanları arasında tüm canlılar için zehirli olan maddeleri, bir tek karınca için kullanabilecek derece de manyaktı. Bir çok türün doğurgan olmayanlarını, kendine hep daha yakın hissetmişti zaten, rahat canlılardı. İçeriden değişik kokular geliyordu burnuna, çok yorulmuş, açıkmıştı da. Yuvasına geri dönmeden burada bir şeyler atıştırmalıydı. İçeri gireceği yer insan türünün genelde yemek yediği alan, mutfaktı bu yüzden yiyecek bir şeyler bulacağına emindi ama bazen hiç güvenli olmuyordu böyle insanların kullandığı alanlar bu yüzden temkinli olmalı ve mutfak boşalınca girmeliydi.
İçeriye girdi, etrafa göz gezdirdi. Az önce mutfakta olan adam onların neredeyse bir kışlık yiyeceğini eline almış parlak, düz, üzerinde şekiller olan bir yere bakıp sonra elindekinden bir ısırık alıp, aldığı ısırıkla günlerce doyarlar, o parlak yerin önünü parmaklarıyla dövüyor. Daha sonra bakmaya devam ediyor ve hep aynı şeyleri tekrarlayıp dururken de bir yandan yemeğini yiyordu. Dede' nin dedikleri geliyordu aklına 'en çalışkan bizi bilirler canlılar arasında' demişti fakat insanlar yemek yerken bile bir şeyler yapıyor, yemeklerini bile rahat yemeye fırsatları yok demek ki diye geçiriyordu aklından ve yemek deyince çok acıktığını hatırlıyordu. Hiç aramasına gerek kalmadı yiyeceğini zaten, sağolsun bu adam yemeğini hazırlarken ganimet bırakmıştı ona.
Yemeğini yeyip kendine geldikten sonra onu buraya sürükleyen kokuyu baskın şekilde duymaya başladı yine. Adama şöyle bir göz attı, hala çalışıyordu demek ki rahat rahat arayabilirdi bu güzel kokulu yiyeceği. Adamın kendine yemek hazırladığı bölümden indi kokunun geldiği tarafa yöneldi, camın kenarında bulunan düzlükte, kocaman bir arı. Öleli çok olmamış, etinde ki protein tüm yuvaya yeter.
'Bizim için yemek bulmak değil sorun olan, onu yuvaya taşımaktır' demişti Dede zamanın birinde ve şimdi anlıyordu çok haklıydı. Arıyı iterek aşağıya düşürse çıkışa kadar taşıyabilirdi anca, belki oraya kadar bile taşıyamazdı çok büyüktü çünkü. Kendince arıyı taşımak için yollar arıyordu ki arkadaşlarının ayak seslerini duydu. Onun geride bıraktığı kokuyu takip etmişlerdi. Normalde arkasından onlar gelmede o yuvaya yiyecekleri taşımaya başlamış olurdu fakat bulduğu bu dev yiyeceği hep beraber bile zor taşırlardı. Yukarıya çıktıkça onlarda yiyeceğin kokusunu alıyorlardı tabii. Onları geri çevirmeliydi. hemen yola koyuldu eli boş.
Evin girişine gelmeden çıktı karşılarına, anlattı durumu. Aralarından biri 'yalnızken bile nasıl taşırım diye düşünmüşsün bir de hep beraberken deneyelim ne kaybederiz' dedi. Haklıydı ve geri dönmeye hiç niyetleri yoktu ama çok da heveslendirmemek için yeni bir çözüm buldu 'İçeride bir yığın kırıntı var eğer arıyı taşıyamazsak herkes taşıyabildiği kadar kırıntı götürür yuvaya' dedi. Böylece arkadaşlarının ve daha küçük işçilerin boş yere güçlerini kullanmalarını önleyebileceğini düşündü.
Arıyı gören her işçi çok hevesleniyordu onu yuvaya götürmeye. Arıyı ilk görüp onların buraya gelmesini sağladığı için işin komutası ondaydı. Bazıları arıyı aşağıya itecek, bir kısmı onu kapıya kadar sürecek, dışarıya çıkarmada son kısım ki işin en zor kısmı kaldırıp yüksekliği aşmaları gerekecekti. Bundan sonraki kısımlar kolay sürüyüp, balkonlarda suyun akması için yapılan yerden boşluğa bırakacaklardı.
İlk aşağı atma işi gerçekleşti, sevinç çığlıkları koptu. Hemen aşağıdaki diğer çalışanlar kapıya doğru itmeye başladılar zordu ama yinede hareket ediyordu arı. Bu işleri yaparken mutfak denilen alanda çalıştıklarından yiyecek bulmakta zor olmuyordu, güçsüz kaldıklarında ama kimse arıdan bir ısırık bile almıyordu. Yuvaya bu arıyı bütün götürdüklerinde onları bekleyen bakışları hayal ettikçe daha çok hırslanıyorlardı. Çok zaman geçti, her seferinde arıyı kaldırabildiklerini zannediyorlardı fakat, boş çaba harcıyorlardı, çok yüksekti çıkış; tam üç kişinin boyu kadar. Ama hiç kimse vazgeçmiyordu, bir işçi olmayacak bu dese bıraksa belki diğerleri de arkasından bırakacaktı. O da susuyordu, bu kadar zaman uğraştıkları yemeği burada bırakmak içine sinmiyordu ama çare de yoktu işte. Arı onlara göre çok büyüktü. Dede genelde olduğu gibi yine haklı çıkmıştı, yemeği bulmak değildi kahraman olabilmek.
Onlar arı ile uğraşırken adam yerinden kalkmış, fark etmemiş. Nerede olabilirdi? Arkadaşlarını ve onu görmüş müydü? Yoksa o borulu, çok sesli aleti mi almaya gitmişti? Çok kişi hayatını kaybediyormuş o aletin içine girerken ama içine girince canlı kalabilmek de hiç zor değilmiş, yiyecek bolmuş içinde. Hatta dayanabilirsen tekrar toprağa ayak basa biliyormuşsun ki bu hikayeyi evine geri dönen biri anlatmış onlara. Adam kıyafetlerini toplayarak geldiğine göre ihtiyaçtan kalkmış ayağa, yoksa çok işi var zaten saatlerdir ekranın önünde. Ama şimdi ekrana doğru değil mutfağa doğru geliyormuş onları görmemesi de imkansızmış. Kokuyu duyan genç işçiler de geldiğinden çok kalabalık olmuşlardı. Hep doğurgan olan insan nesline laf atar, sonunun onların aşırı titizliğinden olacağını düşünürdü fakat şimdi bir adam onlara bakıyormuş. Kocaman, ince,  uzun bir şey tutuyormuş elinde sonra ondan daha büyük ve kalın olanından su doldurmuş içine. O anda boğularak ölmek hiç düşünmemiştim diye geçirmiş içinden. Arkadaşları kendilerini kaptırmış hala arıyı kaldırmaya çalışıyormuş o da hiç ses etmiyormuş onlara. Ne gereği var ki birazdan belki boğulacağız dese kaçı kurtulabilirdi ki diye geçirmiş aklından. Bunları düşünürken arkadaşlarına dönmüş, boğulmadan önceki son anı bilmek istemiyormuş. Beklemekten sıkılınca adama dönmüş yine, bir de ne görsün adam dikmiş bardağı ağzına içiyormuş suyu. İnsan oğlunu anlamak çok zor ne olacak şimdi? Onları boğarak öldürmeyecekse ne yapacak, zehir kokusu falan da yok. Adam öylece dikiliyormuş, çalışan arkadaşlarını izlediğinden eminmiş o. Adam yeni bir plan yapmadan hem onların da canını bağışlamışken buradan herkesi götürmenin en iyisi olacağını düşünmüş ve arkadaşlarına seslenecekken çok geç kaldığını anlamış. Adam harekete geçmiş, onlara doğru geliyormuş, en acımasız hareket olan insan şekli hepsini ezecek. Arkadaşları üzerine düşen gölgeyi fark etmiş kaçışıyorlardı bazıları, ama insanlar çok büyükler bu yüzden öyle kararlarından kaçmak mümkün değilmiş.
Derin bir sessizlik oluyor önce, sonra soluk alabildiklerini fark etmişler. Hayattalar ve adamın gölgesi üzerilerinde değilmiş sonra dışarıdan sesleri gelmiş bazılarının 'buradayız, iyiyiz ve arı yanımızda, bir itişte onu dışarı atmayı becerdik' Olayın farkında olanlar kahkahayı basmışlar. İçeridekiler dışarıdakilere insan türünün onlara olan yardımını anlatıyormuş. Anlık sevinçten sonra yine işe koyulup ziyafeti evlerine taşımaya koyulmuşlar. Yuvaya sapa sağlam götürdükleri arının hikayesi, genelde kendisinden başka hiçbir türü düşünmeyen insanoğlunun hala bencil olmamış olanlarının da varlığı hikayesinin gerisinde kalmış kulaktan kulağa anlatılmış, tabii bir de bu işin asıl kahramanı olarak hep o gösteriliyormuş. O yalnız olmadığının farkındaymış bu kahramanlıkta; arkadaşlarının, orada çalışan küçüklerin ve en önemlisi adamın da payı varmış. Fakat yine de konuşmalarda adının geçmesi hoşuna da gitmiş.
Şimdiye kadar ki çalışkanlığının fark edilmesi, taktir edilmesi güzelmiş ama bunu adama borçlu olduğunu unutamıyormuş. Arkadaşları her konuşmalarında adamdan bahseder olmuşlar. Ölü bir arının o türe çok yararı olmaz bunu biliyorlarmış ama yinede adama borçlu hissediyorlarmış kendilerini. Dede anlamış onların konuşmalarından, borçlarından dolayı rahatsız olduklarını ve anlatmaya başlamış; 'Eskiden insan türü bencil, çıkarcı değilmiş. şimdilerde karıncalar bereket diyorlar ama değil, şimdi yiyecek aramaya gireriz her yere. O zamanlar yiyeceklerini saklamaz, fazla olanını paylaşırmış insanoğlu. İşte o zamanlarda ki neslimizin, boş vakitleri olurmuş bu sebepten. Tabii yapacak çok şey de bilmediklerinden bizimle yemeklerini paylaşan bu insanlara dua eder, onların yanında kalırlarmış. Böylece ne kadar çok bizden varsa evde o kadar bereket oluyor gibi gözüküyormuş. Bizde bu yüzden bereketin simgesi olmuşuz. Şimdi anlıyorum ki karşılaştığınız adamın mayası eskilerden, ve yapabileceğiniz şey her nefesinizde onun da yiyeceğinin bollaşması için dua etmek, borcunuzu da ödemiş olursunuz böylece bir parça belki' demiş yorgunluktan uyuya kalmış.
Bir çoğu gibi adamla yaşananlardan sonra onunda gözüne uyku girmemiş. Herkes Dede nin etkisiyle dua ediyormuş adama. O da ediyormuş ama yiyecek bereketi için değil parlak, devamlı baktığı işi için, her şey yolunda gitsin, işinde vazgeçilmez olsun diye.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder