Ekim 2011 de adını koyduğum ama hiç yazı paylaşmadığım sayfaya, bir şeyler karalamanın vakti gelmiş, geçiyor bile. Önce eskilerden serpiştirdim bir kaç parça, sonrasında devamı gelecektir elbet.
Yeni bir sayfa, yeni bir nefesle başlayalım yazıya, ilk nefes kadar canımızı yaksın, heyecanlandırsın bizi her yazı.
Başlangıçlar yeni umut olsun, başarı getirsin herkese...
Hadi en güzel başlangıçlara ve bitmeyen sonlara...
Yeni bir sayfa, yeni bir nefesle başlayalım yazılara, ilk nefes kadar canımızı yaksın, heyecanlandırsın bizi her yazı. Başlangıçlar yeni umut olsun, başarı getirsin herkese... Hadi en güzel başlangıçlara ve bitmeyen sonlara...'
31 Ocak 2012 Salı
ÖÇ (2)
Anılara dokunmak canını ağrıtmıştı, hiç tahmin etmediği kadar...
Kötü biri değildi tabii düne kadar. Trene biletsiz binmemişti, tıklım tıklım olan otobüse arka kapıdan binse bile ödemişti parasını, yanlışlıkla fazladan ödenen geri paraları fark ettikten sonra iade etmişti, morali bozuk bile olsa küçük bir çocuğun bakışlarını tebessümle karşıladı hep, yaşlılara-hamilelere-özürlülere yer verdi gerektiğinde, en önemlisi nefret etmedi hiç... Allak bullaktı evden çıktığından beri, devamlı soru işaretleri vardı kafasında.
Halbuki böyle planlamamıştı; eski eşyalarını karıştırmaya başladığında, yaralarının tekrar kanadığını hissettiğinde. Aklına hiç gelmeyen 'öç almak' geçti içinden. Yıllardır gizlenen içinde büyüyen bir hastalık sanki o an tüm şiddetiyle etkisini dışa vuruyordu. Nasıl yapmalıydı, kendini kırmadan ama onun canını çok yakarak. Ağrımalıydı onun kalbi de en az onun kadar, yaşamalıydı yılardır onun yaşadığı güvensiz hayatı. Nerede yaşadığını, evlendiğini biliyordu. Muhtemelen sevmişti eşini yoksa niye evlensin ki diye düşündü, buradan yaralayacaktı onu. Eski sevgilisiyle buluşmasını herhalde hoş karşılamayacaktı eşi.
Bir kaç günlük araştırma ile iş telefonunu bulup aradı onu, tesadüfen işi düşmüş isim tanıdık gelince de eski günlerin hatırına buluşmak istemiş gibi. Önceden ayarladığı fotoğrafçıya da tembihledi masada yakınlaştıkları anlarda çekecekti fotoğraflarını, iki sevgili gibi gösterecekti onları.
Plan tam anlamıyla eksiksiz işliyordu; buluşmayı hemen kabul etti, mekan fotoğrafçı için idealdi, bir çok tanınmış kişinin fotoğrafını çekip yalan haber yapmıştı burada, masalar kahve-çay içmelik karşılıklı oturduğunda bile yakınsın yani.
Ama atladığı en önemli nokta planda, kendiydi. Yıllardır görmediği adam karşısında ne tepki vereceğini hiç düşünmemişti, devamlı tekrar ediyordu bu sadece 'öç almak' için. Erken gitti buluşma yerine kendini hazırlamak için. Her zaman ki gibi 2-3 dakika erken geldi adam da 'her zaman ki gibi erkencisin' dedi. Her zaman ki, hangi zaman, bizim aramızda senin hatırladığın bir zaman var mı diye geçirdi kadın içinden. Bu zamanlarda aklında 'öç' kelimesi yankılanıyordu. Belirli bir süre konuşmadılar belki 1 saniye bile değil ama gözleri gözlerine değdi işte o an. Kadın unuttu aklından geçenleri...
Anlatmaya başladılar yaşamlarını, gittikleri filmleri, okudukları kitapları, günlük siyaseti... konuştukça anlattılar, anlattıkça güldüler, hüzünlendiler...
Çay içmeye gelmişlerdi, garson boşalınca bardaklarını tazeliyordu devamlı. Adam, garson boşları alıp dolu bardakları bırakınca 'kahve istiyoruz, sade ve orta türk kahvesi' dedi. Sonra kadına dönüp 'Geç oldu kapanışı kahveyle yapalım dedim' dedi. Sonra devam etti 'Hala şekersiz içiyorsundur umarım, çay için de kullanmıyorsun' dedi. Kadın evet anlamında başını sallayarak, hafif bir tebessüm etti. Bitiyordu gün artık dediği gibi geç olmuştu duramadı kadın, yenemedi merakını, oturduklarından beri evliliğinden hiç bahsetmeyen adama sordu 'evliliğin nasıl diye' Adam sadece 'iyi' dedi önce fakat daha sonra 'Bir çocuğum var' dedi. Sormadı kadın bundan sonrasını. Bir filmi anlatırken bile heyecanlana bilen birinin evliliğinden ve çocuğundan bu kadar durgun bahsetmesi hoşuna gitmedi. Mutsuz olarak hiç düşünmemişti adamı.
Kahveleri geldi içtiler, kalkıyorlardı ki masadan kadın ilk kez değdi adama 'bana gidelim yemek falan yeriz, daha konuşacak çok şey var' Çıktı cümleler ağzından, baktı adama kabul etmezse diye ama adam kabul etti. Hesabı ödedikten sonra çıkışta 'eşimi arayıp gecikeceğimi söyleyeyim' diyerek birkaç adım uzaklaştı adam. Taksinin geldiğini haber vermek için adama doğru yürüdüğünde duydu iş seyahati için başka bir şehre gideceğini ve bu gece gelmeyeceğini söylediğini adamın, kadın. Taksi bahçe kapısında durdu, indiler, apartmanın merdivenlerini çıktılar, kadın anahtarını her zaman ki gibi kapıya birkaç adım kala hazırladı ve hiç konuşmadılar. Eve girip kapıyı kapatınca önce kim sarıldı hatırlamıyordu kadın, nasıl oldu da sabahtan beri konturollü davranıp sohbet ederken bir anda öpüşmeye başlamaları gerçekten bilmiyordu. Sonrası da malum zaten...
Ne adam durdurmuştu ne de kadın. Ne adam mutsuzdu ne de kadın ta ki sabah oluncaya, gerçekle yüzleşinceye kadar. Kadın önce uyanmıştı, ya sonsuza kadar kalmalıydılar böyle ya da hiç yaşanmamış olduğunu düşünmeliydiler. Makbul olan ikincisi idi kadın da onu seçti. Adama onun seveceğini düşündüğü kahvaltı hazırladı ve ufak tefek notlarla onu yönlendirdi. Telefonu çalıp fotoğrafçı arayana kadar da mutluydu, hayattan bir gün çalmıştı, sadece kendisine anlatacağı fakat fotoğrafçı arayınca bugünü sadece kendisinin bilmediği aklına geldi ve bir mektup yazdı adama öyle çıktı, gitti evden .
Kötü biri değildi tabii düne kadar. Trene biletsiz binmemişti, tıklım tıklım olan otobüse arka kapıdan binse bile ödemişti parasını, yanlışlıkla fazladan ödenen geri paraları fark ettikten sonra iade etmişti, morali bozuk bile olsa küçük bir çocuğun bakışlarını tebessümle karşıladı hep, yaşlılara-hamilelere-özürlülere yer verdi gerektiğinde, en önemlisi nefret etmedi hiç... Allak bullaktı evden çıktığından beri, devamlı soru işaretleri vardı kafasında.
Halbuki böyle planlamamıştı; eski eşyalarını karıştırmaya başladığında, yaralarının tekrar kanadığını hissettiğinde. Aklına hiç gelmeyen 'öç almak' geçti içinden. Yıllardır gizlenen içinde büyüyen bir hastalık sanki o an tüm şiddetiyle etkisini dışa vuruyordu. Nasıl yapmalıydı, kendini kırmadan ama onun canını çok yakarak. Ağrımalıydı onun kalbi de en az onun kadar, yaşamalıydı yılardır onun yaşadığı güvensiz hayatı. Nerede yaşadığını, evlendiğini biliyordu. Muhtemelen sevmişti eşini yoksa niye evlensin ki diye düşündü, buradan yaralayacaktı onu. Eski sevgilisiyle buluşmasını herhalde hoş karşılamayacaktı eşi.
Bir kaç günlük araştırma ile iş telefonunu bulup aradı onu, tesadüfen işi düşmüş isim tanıdık gelince de eski günlerin hatırına buluşmak istemiş gibi. Önceden ayarladığı fotoğrafçıya da tembihledi masada yakınlaştıkları anlarda çekecekti fotoğraflarını, iki sevgili gibi gösterecekti onları.
Plan tam anlamıyla eksiksiz işliyordu; buluşmayı hemen kabul etti, mekan fotoğrafçı için idealdi, bir çok tanınmış kişinin fotoğrafını çekip yalan haber yapmıştı burada, masalar kahve-çay içmelik karşılıklı oturduğunda bile yakınsın yani.
Ama atladığı en önemli nokta planda, kendiydi. Yıllardır görmediği adam karşısında ne tepki vereceğini hiç düşünmemişti, devamlı tekrar ediyordu bu sadece 'öç almak' için. Erken gitti buluşma yerine kendini hazırlamak için. Her zaman ki gibi 2-3 dakika erken geldi adam da 'her zaman ki gibi erkencisin' dedi. Her zaman ki, hangi zaman, bizim aramızda senin hatırladığın bir zaman var mı diye geçirdi kadın içinden. Bu zamanlarda aklında 'öç' kelimesi yankılanıyordu. Belirli bir süre konuşmadılar belki 1 saniye bile değil ama gözleri gözlerine değdi işte o an. Kadın unuttu aklından geçenleri...
Anlatmaya başladılar yaşamlarını, gittikleri filmleri, okudukları kitapları, günlük siyaseti... konuştukça anlattılar, anlattıkça güldüler, hüzünlendiler...
Çay içmeye gelmişlerdi, garson boşalınca bardaklarını tazeliyordu devamlı. Adam, garson boşları alıp dolu bardakları bırakınca 'kahve istiyoruz, sade ve orta türk kahvesi' dedi. Sonra kadına dönüp 'Geç oldu kapanışı kahveyle yapalım dedim' dedi. Sonra devam etti 'Hala şekersiz içiyorsundur umarım, çay için de kullanmıyorsun' dedi. Kadın evet anlamında başını sallayarak, hafif bir tebessüm etti. Bitiyordu gün artık dediği gibi geç olmuştu duramadı kadın, yenemedi merakını, oturduklarından beri evliliğinden hiç bahsetmeyen adama sordu 'evliliğin nasıl diye' Adam sadece 'iyi' dedi önce fakat daha sonra 'Bir çocuğum var' dedi. Sormadı kadın bundan sonrasını. Bir filmi anlatırken bile heyecanlana bilen birinin evliliğinden ve çocuğundan bu kadar durgun bahsetmesi hoşuna gitmedi. Mutsuz olarak hiç düşünmemişti adamı.
Kahveleri geldi içtiler, kalkıyorlardı ki masadan kadın ilk kez değdi adama 'bana gidelim yemek falan yeriz, daha konuşacak çok şey var' Çıktı cümleler ağzından, baktı adama kabul etmezse diye ama adam kabul etti. Hesabı ödedikten sonra çıkışta 'eşimi arayıp gecikeceğimi söyleyeyim' diyerek birkaç adım uzaklaştı adam. Taksinin geldiğini haber vermek için adama doğru yürüdüğünde duydu iş seyahati için başka bir şehre gideceğini ve bu gece gelmeyeceğini söylediğini adamın, kadın. Taksi bahçe kapısında durdu, indiler, apartmanın merdivenlerini çıktılar, kadın anahtarını her zaman ki gibi kapıya birkaç adım kala hazırladı ve hiç konuşmadılar. Eve girip kapıyı kapatınca önce kim sarıldı hatırlamıyordu kadın, nasıl oldu da sabahtan beri konturollü davranıp sohbet ederken bir anda öpüşmeye başlamaları gerçekten bilmiyordu. Sonrası da malum zaten...
Ne adam durdurmuştu ne de kadın. Ne adam mutsuzdu ne de kadın ta ki sabah oluncaya, gerçekle yüzleşinceye kadar. Kadın önce uyanmıştı, ya sonsuza kadar kalmalıydılar böyle ya da hiç yaşanmamış olduğunu düşünmeliydiler. Makbul olan ikincisi idi kadın da onu seçti. Adama onun seveceğini düşündüğü kahvaltı hazırladı ve ufak tefek notlarla onu yönlendirdi. Telefonu çalıp fotoğrafçı arayana kadar da mutluydu, hayattan bir gün çalmıştı, sadece kendisine anlatacağı fakat fotoğrafçı arayınca bugünü sadece kendisinin bilmediği aklına geldi ve bir mektup yazdı adama öyle çıktı, gitti evden .
ÖÇ (1)
Sessiz o kadar sessiz ki yaşadığından bile emin değil. Aslında biliyor, uyuyor. Derin sayılabilecek bir uykuda mı onu bilmiyor. Daha önce de uyurken şahit olmuş ama hiç uyurken dinlemek aklına gelmemiş onu. Öylece bakıyor yüzüne, onun anın sessizliğinde ölü gibi yatıyor olmasına, ne kadar savunmasız, masum olmasına...
Bir daha hiç uyanmasa öylece o yatakta yatsa ne kadar kalabilir ki o halde, yanına o da uzansa ya da göğsüne dayasa başını kendisininkiyle aynı tempoda kalp atışlarının yavaşladığını dinlese sevdiğinin. Günler geçse sonra sokaktan geçen bir densiz cesetlerin kokusunu duysa ama artık çok geç olsa ve onları, kenetlenmiş bedenlerini ölüm soğukluğunda ayıramasalar. Diye düşlerken kadın, açtı gözlerini adam.
Kadının aklından geçenleri tahmin edemezdi. Uyku mağrurluğu ile gülümsedi sonra pişman oldu ama artık çok geçti. Yüzüne bakan kadının gözlerinde yeni bir umut belirdi sanki. Kadın heyecanlandı her zaman ki anaç tavrıyla kahvaltı hazırladım duştan sonra yer öyle gidersin dedi ve çıktı odadan. Dün hiçbir şey yaşanmamış gibi 'gidersin' demesi sevindirdi adamı.
Adam dünü düşünüyordu devamlı; Neden buluşmayı kabul etti, evine davet edince neden hayır diyemedi, neden onu öpmesine ve sonrasına izin verdi, neden çok mutlu bir evlilik yaşadığını düşündüğü halde bu evde açıyor gözlerini, neden eşini aldattı yalnızca bir gece için... 'bir gece mi?' diye yankılandı ses, bir daha görmeyecek miydi onu yıllar sonra bulmuşken?? Bu sorunun cevabını veremedi adam telefonu çalıyordu. 'Baba seni çok özledim' Aklına geldi baba olduğu. O istememişti bunu ama karısı hamile olduğunu söyleyince karşı çıkmadı bu duruma. Sıradan bir evlilikleri vardı ve iki yılı aşmıştı artık çocukları olması da bu sıradanlığın parçası idi ve kızı doğdu. Sonra karısı aldı telefonu. Acil işi çıktığını ve şehir dışına gitmesi gerektiğini söylemişti, dün eve gelemeyeceğini söylerken. Daha önce hiç acil işi olmadığından şaşırmıştı karısı ama güveniyordu eşine itiraz etmeden kapatmıştı telefonu şimdi de ne zaman geleceğini, işlerinin nasıl olduğunu sormak hem de kızının onu çok özlediğini söylemek istediği için aramıştı. Bu telefon kendine getirmişti onu hemen duşa girdi, özel olarak konulduğu belli olan temiz havlulara sarıldı, bu evden bir an önce gitmeliydi. Banyodan çıktığında, üzerinden nasıl ve evin hangi odasında çıkardığını tam olarak hatırlamadığı kıyafetler toplanılmış, ütülenmiş bir şekilde gözlerini açtığı odaya konulmuş olarak ona sunulmuştu. Duşta olduğu süre içinde onun üst kata çıkmış olduğunu hatta evde olduğunu hiç düşünmemişti. Ne yapacaktı şimdi, konuşmaya nasıl başlayacaktı, evli olduğunu hatta çocuğu olduğunu biliyor muydu, en önemlisi düzenli, saygın bir hayatı vardı onun... s.ktir lan dedi bunları düşlerken kendine uzun zamandır küfür etmiyordu, hele kendine hiç. Hayatı tek düze gidiyordu işte ve eskisi gibi sıradan olmayım, kendim için yaşayayım, insanları boşvereyim diyemiyordu. B.k vardı karşısına çıkmıştı sanki. Gerçeklerden kaçamayacağı ya da zamanı geri çeviremeyeceği belliydi, giyindi, gitti mutfağa...
Yeşil-siyah zeytin, peynir, reçel, yumurta, tost, ekmek, kaynayan çay, portakal suyu ve bugünün gazeteleri üzerilerinde bir not 'hangisini okuyorsun bilmediğimden hepsini aldım'. Ocağın yanında bir not daha 'çaydanlığın altını kapatmayı unutma'. Adam anladı ki ki bu masa tek kişilik, tek sandalye, bir çatal ve bir bardak konulmuş masaya. Sandalyeye oturduğun da bir not daha fark etti 'afiyet olsun servisini sen yapacaksın kusura bakma, bu arada kahvaltı yapmadan çıkarsan çok üzülürüm'. Tebessümle çayını doldurup oturdu masaya, özenle hazırlanmış kahvaltı, açta olduğundan pek durumunu sorgulamadı.
Çaydanlığın altını kapattı, kahvaltılıkları toparlamak için bakındı ama sonrasında kullandığı çatalı ve bardağı tezgahın üzerine bırakıp çıkdı mutfaktan. Artık gitmeli bu evden. Kapıya yöneldi bu sefer küçük bir not değil onu bekleyen bir buluşma - ayrılık mektubu...
Bir daha hiç uyanmasa öylece o yatakta yatsa ne kadar kalabilir ki o halde, yanına o da uzansa ya da göğsüne dayasa başını kendisininkiyle aynı tempoda kalp atışlarının yavaşladığını dinlese sevdiğinin. Günler geçse sonra sokaktan geçen bir densiz cesetlerin kokusunu duysa ama artık çok geç olsa ve onları, kenetlenmiş bedenlerini ölüm soğukluğunda ayıramasalar. Diye düşlerken kadın, açtı gözlerini adam.
Kadının aklından geçenleri tahmin edemezdi. Uyku mağrurluğu ile gülümsedi sonra pişman oldu ama artık çok geçti. Yüzüne bakan kadının gözlerinde yeni bir umut belirdi sanki. Kadın heyecanlandı her zaman ki anaç tavrıyla kahvaltı hazırladım duştan sonra yer öyle gidersin dedi ve çıktı odadan. Dün hiçbir şey yaşanmamış gibi 'gidersin' demesi sevindirdi adamı.
Adam dünü düşünüyordu devamlı; Neden buluşmayı kabul etti, evine davet edince neden hayır diyemedi, neden onu öpmesine ve sonrasına izin verdi, neden çok mutlu bir evlilik yaşadığını düşündüğü halde bu evde açıyor gözlerini, neden eşini aldattı yalnızca bir gece için... 'bir gece mi?' diye yankılandı ses, bir daha görmeyecek miydi onu yıllar sonra bulmuşken?? Bu sorunun cevabını veremedi adam telefonu çalıyordu. 'Baba seni çok özledim' Aklına geldi baba olduğu. O istememişti bunu ama karısı hamile olduğunu söyleyince karşı çıkmadı bu duruma. Sıradan bir evlilikleri vardı ve iki yılı aşmıştı artık çocukları olması da bu sıradanlığın parçası idi ve kızı doğdu. Sonra karısı aldı telefonu. Acil işi çıktığını ve şehir dışına gitmesi gerektiğini söylemişti, dün eve gelemeyeceğini söylerken. Daha önce hiç acil işi olmadığından şaşırmıştı karısı ama güveniyordu eşine itiraz etmeden kapatmıştı telefonu şimdi de ne zaman geleceğini, işlerinin nasıl olduğunu sormak hem de kızının onu çok özlediğini söylemek istediği için aramıştı. Bu telefon kendine getirmişti onu hemen duşa girdi, özel olarak konulduğu belli olan temiz havlulara sarıldı, bu evden bir an önce gitmeliydi. Banyodan çıktığında, üzerinden nasıl ve evin hangi odasında çıkardığını tam olarak hatırlamadığı kıyafetler toplanılmış, ütülenmiş bir şekilde gözlerini açtığı odaya konulmuş olarak ona sunulmuştu. Duşta olduğu süre içinde onun üst kata çıkmış olduğunu hatta evde olduğunu hiç düşünmemişti. Ne yapacaktı şimdi, konuşmaya nasıl başlayacaktı, evli olduğunu hatta çocuğu olduğunu biliyor muydu, en önemlisi düzenli, saygın bir hayatı vardı onun... s.ktir lan dedi bunları düşlerken kendine uzun zamandır küfür etmiyordu, hele kendine hiç. Hayatı tek düze gidiyordu işte ve eskisi gibi sıradan olmayım, kendim için yaşayayım, insanları boşvereyim diyemiyordu. B.k vardı karşısına çıkmıştı sanki. Gerçeklerden kaçamayacağı ya da zamanı geri çeviremeyeceği belliydi, giyindi, gitti mutfağa...
Yeşil-siyah zeytin, peynir, reçel, yumurta, tost, ekmek, kaynayan çay, portakal suyu ve bugünün gazeteleri üzerilerinde bir not 'hangisini okuyorsun bilmediğimden hepsini aldım'. Ocağın yanında bir not daha 'çaydanlığın altını kapatmayı unutma'. Adam anladı ki ki bu masa tek kişilik, tek sandalye, bir çatal ve bir bardak konulmuş masaya. Sandalyeye oturduğun da bir not daha fark etti 'afiyet olsun servisini sen yapacaksın kusura bakma, bu arada kahvaltı yapmadan çıkarsan çok üzülürüm'. Tebessümle çayını doldurup oturdu masaya, özenle hazırlanmış kahvaltı, açta olduğundan pek durumunu sorgulamadı.
Çaydanlığın altını kapattı, kahvaltılıkları toparlamak için bakındı ama sonrasında kullandığı çatalı ve bardağı tezgahın üzerine bırakıp çıkdı mutfaktan. Artık gitmeli bu evden. Kapıya yöneldi bu sefer küçük bir not değil onu bekleyen bir buluşma - ayrılık mektubu...
HAYALİYDİ...
Hayatın içinde bir hayat kurmaya çalışıyordu kendine geceleri yaşana bilen.
Bilgisi çocukluğundan kalma yapışmış bir durumdu üzerine hep iyi okullarda iyi derecelerde okumuştu. Ama yaşamında okul olmamalıydı kazandıklarıyla hayalini kurduğu barını açtı sonunda, çatı katında evi olan bir bar. Dar yaşam alanında kendinden başkasına yer yoktu, kimseyi de aramıyordu zaten. Güneşin batışının başlamasıyla müşteri gelişi gecenin ilerleyen saatlerine hatta güneşin doğuşuna kadar devam ediyordu. Her gün yeni yetme kızlar-erkekler, feleğin çemberinden geçmiş kadınlar, evlerinde eşlerini bırakmış iş adamları... her cinsten insan geliyordu bara. Bu yüzden evine almıyordu insanları, orada yalnızlığı seçmişti. İnsanın olduğu her yerde kir barınıyordu ve oraya yakışan temizlikti, saflıktı.
İş yerinde hep sert mizaçlı davranmalıydı başka türlü sabaha kadar alkol alan insanlarla nasıl uğraşacaktı, devamlı gizliyordu bir taraflarını. Ortağı ondan daha kolay ortama uyum sağlıyordu, müşterilerle birlikte oda götürüyordu içkileri. Ama o bir türlü kıramıyordu kendini açarken çok rahat olarak işletecekleri bu iş yerinde şimdi her zaman ki gibi kontrollü davranıyor, kar amacı güden bir iş yeri gibi çalışıyordu. Aklındakilere uyan tek yer barın üst katındaki kendine ait evi oldu. Herhalde gerçekten mutlu olduğu tek yerdi. Tabii arkadaşlarına, ortağına haksızlık etmemeliydi o seçmişti bu hayatı, üniversiteden istifa ederken çok düşünmüştü bir daha geri dönemeyeceğinden emindi ki artık dönmeyecekti zaten. Ne zamana kadar böyle yaşayabilirdi bilmiyordu ama bunu hesap edecek vakti yoktu zaten, her gece kendine kaldığında aldığı alkol aralıksız içtiği sigara onu çok fazla daha bu hayatta bırakmazdı. O zamana kadar da kazandığı yeterdi yaşamını sürdürmesine.
Yaşamında zor olan ama bir türlü vazgeçemediği pazar gezileri vardı birde, canını hem yakan hem de her ne kadar yüksek sesle söyleyemese de artık onu gerçekten mutlu eden tek zamanlar. Annesi ve babasının yanına gittiğinde sadece susuyordu onlar hem onun yerine hem de kendileri için kızıyorlardı yeterince ona, yaşamını bu hale soktuğu için. Sessizce diliyordu onları. Haklıydılar beklide çok şey bekliyorlardı ondan profesör olacaktı bir gün, ne çabalar harcamışlardı iyi okular da okutabilmek için oğullarını. Hiç böyle düşünmemişlerdi sonunu. Ama bilmiyorlardı ki onlardan giden maddi ve manevi desteğin yanında oğullarının kaybettiklerini. Bir yarışın içinde hep en iyi olmak zorunda iken hata yapmaktan, zaman kaybetmekten, geri kalmaktan, parasız kalmaktan...nasıl korkulduğunu. Anne-babasına hiç bunlardan bahsetmedi, bahsetse de anlamayacaklardı bu kadar şeyi çektikten sonra iyi bir geleceği bırakıp bir bar işletmecisi olduğunu. Bu benim hayalimdi dese ona bile inanmazlardı belki de.
Bilgisi çocukluğundan kalma yapışmış bir durumdu üzerine hep iyi okullarda iyi derecelerde okumuştu. Ama yaşamında okul olmamalıydı kazandıklarıyla hayalini kurduğu barını açtı sonunda, çatı katında evi olan bir bar. Dar yaşam alanında kendinden başkasına yer yoktu, kimseyi de aramıyordu zaten. Güneşin batışının başlamasıyla müşteri gelişi gecenin ilerleyen saatlerine hatta güneşin doğuşuna kadar devam ediyordu. Her gün yeni yetme kızlar-erkekler, feleğin çemberinden geçmiş kadınlar, evlerinde eşlerini bırakmış iş adamları... her cinsten insan geliyordu bara. Bu yüzden evine almıyordu insanları, orada yalnızlığı seçmişti. İnsanın olduğu her yerde kir barınıyordu ve oraya yakışan temizlikti, saflıktı.

Yaşamında zor olan ama bir türlü vazgeçemediği pazar gezileri vardı birde, canını hem yakan hem de her ne kadar yüksek sesle söyleyemese de artık onu gerçekten mutlu eden tek zamanlar. Annesi ve babasının yanına gittiğinde sadece susuyordu onlar hem onun yerine hem de kendileri için kızıyorlardı yeterince ona, yaşamını bu hale soktuğu için. Sessizce diliyordu onları. Haklıydılar beklide çok şey bekliyorlardı ondan profesör olacaktı bir gün, ne çabalar harcamışlardı iyi okular da okutabilmek için oğullarını. Hiç böyle düşünmemişlerdi sonunu. Ama bilmiyorlardı ki onlardan giden maddi ve manevi desteğin yanında oğullarının kaybettiklerini. Bir yarışın içinde hep en iyi olmak zorunda iken hata yapmaktan, zaman kaybetmekten, geri kalmaktan, parasız kalmaktan...nasıl korkulduğunu. Anne-babasına hiç bunlardan bahsetmedi, bahsetse de anlamayacaklardı bu kadar şeyi çektikten sonra iyi bir geleceği bırakıp bir bar işletmecisi olduğunu. Bu benim hayalimdi dese ona bile inanmazlardı belki de.
HİÇ DOĞMAMIŞ ARAMIZDAKİLER
Zamanın içindeki bir zamandan bir zaman hani eskilerden çok eskilerden denir ya, bu da yenilerden çok yenilerden ya da gelecek, yaşanılacak için hangisi kullanılırsa işte o.
Ortalıkta dolaşan bir çocuk, yalnız büyümüş bir çocuk. Yanlış anlaşılmasın varmış etrafında birileri ama onun çocukluğuna dokunamıyorlar, yalnızlığını fark edemiyorlarmış.
Aslında pek kimse fark etmemiş onu ne zaman oldu, nasıl doğdu, nasıl büyüdü. Sadece annesi her anı biliyormuş onun hakkındakileri hangi gecenin sonunda rahmine düştüğünü bile. İlk zamanlar yadırgamışlar varlığını annesinin canını sıkmışlar en çok o üzülmüş bu duruma annesini üzdüğü için ama sonraları boş vermişler bu durumu o kadar çok sorun varmış ki hayatlarında insanların, onu da görmezlikten gelmişler zaten görmüyorlarmış da.
Çocuk başlarda etrafındakilerin bu ilgisizliğini yadırgamış fakat zamanla oda alışmış bu duruma sadece annesiyle konuşuyormuş yani aslında annesi onunla konuşuyormuş, o dinliyormuş devamlı. En çok, neredeyse her çocuğun yanında duran diğer kişiyi dinlemek istemiş annesinden lakin annesi her şeyi anlatmış, hayatı öğretmiş ama ondan hiç bahsetmemiş.
Bir gün annesinin hayatına yeni bir insan girmiş bu yüzden artık onunla eskisi kadar konuşmuyor, ilgilenmiyormuş. Yani öyle bir tip ki yaşı başı yerinde annesi gibi değil çocukların yanında duran diğer kişi gibi biriymiş. Aslında biraz sevinmişte belki bu odur, onunda yanında artık iki kişi olacak ve onu iki kişi koruyacaktır diye ama bu adam da diğerleri gibi onunla hiç ilgilenmiyormuş dahası artık annesi de onunla eskisi gibi konuşmuyormuş.
Annesi bir gün eski günlerdeki gibi onunla konuşmaya başlamış yani yalnız ikisi kalmışlar, görünüşe göre her şey aynıymış fakat konuşma her zamanki gibi bitmemiş. Annesinin veda dediği şey gerçekleşiyormuş ama bir terslik varmış bu işte hep annesi ondan önce bu hayattan gideceğini çünkü onun daha yaşlı olduğunu söylerken şimdi onun artık yok olacağını anlatıyormuş.
Arada hep söylenirmiş annesine kabullenilmeyen bu çocuğun aslında yok olduğu ama annesi de, o da biliyordu ki hep vardı ama şimdi annesi de inanmış olmadığına. Yıkılmıştı çocuk oracıkta yer yarılıp içine girmek istedi ama sonra annesine bir şart sundu eğer bunu söylerse bir daha hiç karşısına çıkmayacaktı. Annesi kabul etti, son olarak çocuğunu mutlu etmek istedi.
Çocuk: 'Diğer kişiyi söyle bana, anlatmadığın ama bir çocuğun var olması için gerekli olan kişi, o kim' dedi.
Anne bir söz vermişti hiç doğmayan ama hep yanında büyüyen acısına ortak olan çocuğa. Bu yüzden her şeyi anlattı en baştan; babasıyla nasıl tanıştı, neler yaşadı, nasıl ayrıldılar, sonrasında ondan bir hatıra kalsın diye nasıl onu doğurduğunu...
Sözler bittiğinde, ayrılık zamanı geldiğinde dışarı çıkmaktan utanıyordu ama bir an önce gitmek istiyordu bu evden. Önce hemen öleyim buracıkta yok olayım diye düşündü ama sonra diğer kişi geldi aklına en azından bir kez görmeliydi, annesinin dediğine göre aynı ona benziyordu.
Korkarak çıktı sokağa birileri aslında hiç doğmadığını fark edecek onunla alay edecek sanıyordu. Bir, iki adım attı her şey aynıydı yine kimse fark etmiyordu onu, herkes aynı düzende işine bakıyordu sonra sokağa baktı o kadar hayatta olan çocuk boş verilmişti ki onun gibi hiç doğmamış olanını kim önemsesin dedi, kaldırdı kafasını dimdik. Bir baktı ki etrafta birçok hiç doğmamış çocuk ona bakıyor, gitti yanlarına hepsinin hikâyesi neredeyse benzer, annelerinin kurbanları. Onlara sordu peki ya diğerleriniz anlamadılar başta çünkü bu diğerin adı babaymış ve yanına gidip konuşmaya çalıştığında seni hiç tanımıyormuş hatta annenin kim olduğunu bile hatırlamıyorlarmış. Çocuk yalnızca görmek istiyorum onu demiş. Çocuklar gülmüş her doğmamış çocuk annesi tarafından terk edildiğinde böyle der ama tek amaç o adamla anneni yeniden birleştirip sıfırdan doğabilmektir demişler.
Çocuk susmuş aklındaki her şeyi deneyimli hiç doğmamış arkadaşlar biliyormuş anlamış ki yapacak bir şey yok o da onlar gibi arada annesini görmeye gidip arkadaşlarının yanında yaşamına devam etmiş. Yanlarına her gün başka yeni doğmamış çocuklar katılıyormuş.
Ortalıkta dolaşan bir çocuk, yalnız büyümüş bir çocuk. Yanlış anlaşılmasın varmış etrafında birileri ama onun çocukluğuna dokunamıyorlar, yalnızlığını fark edemiyorlarmış.
Aslında pek kimse fark etmemiş onu ne zaman oldu, nasıl doğdu, nasıl büyüdü. Sadece annesi her anı biliyormuş onun hakkındakileri hangi gecenin sonunda rahmine düştüğünü bile. İlk zamanlar yadırgamışlar varlığını annesinin canını sıkmışlar en çok o üzülmüş bu duruma annesini üzdüğü için ama sonraları boş vermişler bu durumu o kadar çok sorun varmış ki hayatlarında insanların, onu da görmezlikten gelmişler zaten görmüyorlarmış da.
Çocuk başlarda etrafındakilerin bu ilgisizliğini yadırgamış fakat zamanla oda alışmış bu duruma sadece annesiyle konuşuyormuş yani aslında annesi onunla konuşuyormuş, o dinliyormuş devamlı. En çok, neredeyse her çocuğun yanında duran diğer kişiyi dinlemek istemiş annesinden lakin annesi her şeyi anlatmış, hayatı öğretmiş ama ondan hiç bahsetmemiş.
Bir gün annesinin hayatına yeni bir insan girmiş bu yüzden artık onunla eskisi kadar konuşmuyor, ilgilenmiyormuş. Yani öyle bir tip ki yaşı başı yerinde annesi gibi değil çocukların yanında duran diğer kişi gibi biriymiş. Aslında biraz sevinmişte belki bu odur, onunda yanında artık iki kişi olacak ve onu iki kişi koruyacaktır diye ama bu adam da diğerleri gibi onunla hiç ilgilenmiyormuş dahası artık annesi de onunla eskisi gibi konuşmuyormuş.
Annesi bir gün eski günlerdeki gibi onunla konuşmaya başlamış yani yalnız ikisi kalmışlar, görünüşe göre her şey aynıymış fakat konuşma her zamanki gibi bitmemiş. Annesinin veda dediği şey gerçekleşiyormuş ama bir terslik varmış bu işte hep annesi ondan önce bu hayattan gideceğini çünkü onun daha yaşlı olduğunu söylerken şimdi onun artık yok olacağını anlatıyormuş.
Arada hep söylenirmiş annesine kabullenilmeyen bu çocuğun aslında yok olduğu ama annesi de, o da biliyordu ki hep vardı ama şimdi annesi de inanmış olmadığına. Yıkılmıştı çocuk oracıkta yer yarılıp içine girmek istedi ama sonra annesine bir şart sundu eğer bunu söylerse bir daha hiç karşısına çıkmayacaktı. Annesi kabul etti, son olarak çocuğunu mutlu etmek istedi.
Çocuk: 'Diğer kişiyi söyle bana, anlatmadığın ama bir çocuğun var olması için gerekli olan kişi, o kim' dedi.
Anne bir söz vermişti hiç doğmayan ama hep yanında büyüyen acısına ortak olan çocuğa. Bu yüzden her şeyi anlattı en baştan; babasıyla nasıl tanıştı, neler yaşadı, nasıl ayrıldılar, sonrasında ondan bir hatıra kalsın diye nasıl onu doğurduğunu...
Sözler bittiğinde, ayrılık zamanı geldiğinde dışarı çıkmaktan utanıyordu ama bir an önce gitmek istiyordu bu evden. Önce hemen öleyim buracıkta yok olayım diye düşündü ama sonra diğer kişi geldi aklına en azından bir kez görmeliydi, annesinin dediğine göre aynı ona benziyordu.

Çocuk susmuş aklındaki her şeyi deneyimli hiç doğmamış arkadaşlar biliyormuş anlamış ki yapacak bir şey yok o da onlar gibi arada annesini görmeye gidip arkadaşlarının yanında yaşamına devam etmiş. Yanlarına her gün başka yeni doğmamış çocuklar katılıyormuş.
BAKİRE OROSPU (2)
Zaman geçiyordu kendince o her seferinde biraz daha kirlendiğinin farkındaydı. Bu işe başlarken namusun tanımını çok yapmıştı kendine. Etrafında onu yetiştirenlerden biliyordu koruması gereken değerli bir zarı olduğunu. Keşke çıkarıp rafa kaldırıp sonra zamanı geldiğinde yerine takabilseydi. O zaman şimdi ki durumundan daha temiz olduğunu hissederdi kesin. Yanlış anlaşılmasın hala yerindeydi her kesin istediği namusu.
Yıllardır iyi para kazanmıştı hem namusunu koruyup(!) hem de bu işi yaparak zamanla yeni kurallar koydu kendine, artık yüzünü de göstermiyordu müşterilerine. Hiç düşünmemişti karşı cinsin en az kadınlar kadar meraklı olacaklarını, geri geldiklerinde bir önceki ödedikleri paranın 3 katını veriyorlardı. Her seferinde kararlı bir şekilde sonuna kadar gitmeden kendilerini bırakmayacaklarını söz vererek geliyorlardı fakat işe başladıktan sonra benliklerini kaybedip ortalığa döküyorlardı menilerini.
Asıl sorun müşteriler değildi zaten alıp yürüyen onun lakabıydı, duyulmaya başlamıştı saygın müşterilerinin olduğu tabakada; Bakire Orospu diye. Müşterileri için takmıyordu o maskeyi, kendi yüzünü görmeye tahammülü yoktu, ama bunu onları düşündüğünden yaptığına da inandırdı onları. Ailesinin yaşadığı şehirden uzaktaydı ve ailesi böyle bir şeye hayatta inanmazdı bir de şimdilerde evlenmesi için baskı yapıyorlardı, 'sen bulamadın bari isteyenlerine git' diyorlardı. Tanıdıklarının onu sordurduğunun da farkındaydı zaten. Evlenip eşiyle yatağa girdikleri gece bozulmayan zarından akacak kan temizleyecek bütün geçmişini. Ailesine göre tertemiz kızları bir kez daha gururlandıracak onları.
Ama o sorgulamaya başladı kendini; Böyle bir işe neden girdi? Gerçekten paraya ihtiyacı var mıydı? Sıkıntılı bir günde seks in sıkıntılara iyi geldiğini görmek mi cazip geldi ona? Aşık olduğu adamın dahi namus sınırını öğrenerek bu işi bu nokta da kesmesi mi?... Bir yığın soru vardı aklında ve artık sıkılmıştı.
Zengin, saygın ortamlarda yetişmiş erkeklerin kendilerini kaybettikleri o andaki güçsüzlükleri en çok ilgisini çeken olmuştu zamanla. En önemli sorun buydu zaten onunda ilgisini çekmişti bu iş, garip bir zevk alıyordu. Tabii ki bu zevk aşık olduğu adamla yaşadıkları anlardaki temizlik, saflık, masumiyet, heyecan... içermiyordu. Zaten o hep kontrollü üzerinde olan adamların yüzüne mimiklerine bakıyordu, artık ne zaman nerelerine dokunacağında deneyimliydi, istedikleri anda orada oluyordu elleri, dudakları, belden aşağısı hariç tüm bedeni ve tam bir sevişmeden eksiksiz olarak rahatlatıyordu onları.
Şimdi başladığı yerdeydi daha öncede gelmişti bu banka ama bugün farklıydı. Başladığı gibi bitirmeliydi bu işi. Kafasında ki namus kavramı o gün nasılsa şimdi de aynı sınırda olmalı, uzun zamandır bakmadığı aynaya bakabilmeli, yaşadığı yerdeki herkesin dediği gibi namuslu kız diyebilmeli kendine, inanmalı. Ya ailesiyle konuştuğu telefonu atmalı elinden ya da iş telefonunu fırlatmalı... tek yanlı devam etmeli.
Yıllardır iyi para kazanmıştı hem namusunu koruyup(!) hem de bu işi yaparak zamanla yeni kurallar koydu kendine, artık yüzünü de göstermiyordu müşterilerine. Hiç düşünmemişti karşı cinsin en az kadınlar kadar meraklı olacaklarını, geri geldiklerinde bir önceki ödedikleri paranın 3 katını veriyorlardı. Her seferinde kararlı bir şekilde sonuna kadar gitmeden kendilerini bırakmayacaklarını söz vererek geliyorlardı fakat işe başladıktan sonra benliklerini kaybedip ortalığa döküyorlardı menilerini.
Asıl sorun müşteriler değildi zaten alıp yürüyen onun lakabıydı, duyulmaya başlamıştı saygın müşterilerinin olduğu tabakada; Bakire Orospu diye. Müşterileri için takmıyordu o maskeyi, kendi yüzünü görmeye tahammülü yoktu, ama bunu onları düşündüğünden yaptığına da inandırdı onları. Ailesinin yaşadığı şehirden uzaktaydı ve ailesi böyle bir şeye hayatta inanmazdı bir de şimdilerde evlenmesi için baskı yapıyorlardı, 'sen bulamadın bari isteyenlerine git' diyorlardı. Tanıdıklarının onu sordurduğunun da farkındaydı zaten. Evlenip eşiyle yatağa girdikleri gece bozulmayan zarından akacak kan temizleyecek bütün geçmişini. Ailesine göre tertemiz kızları bir kez daha gururlandıracak onları.
Ama o sorgulamaya başladı kendini; Böyle bir işe neden girdi? Gerçekten paraya ihtiyacı var mıydı? Sıkıntılı bir günde seks in sıkıntılara iyi geldiğini görmek mi cazip geldi ona? Aşık olduğu adamın dahi namus sınırını öğrenerek bu işi bu nokta da kesmesi mi?... Bir yığın soru vardı aklında ve artık sıkılmıştı.
Zengin, saygın ortamlarda yetişmiş erkeklerin kendilerini kaybettikleri o andaki güçsüzlükleri en çok ilgisini çeken olmuştu zamanla. En önemli sorun buydu zaten onunda ilgisini çekmişti bu iş, garip bir zevk alıyordu. Tabii ki bu zevk aşık olduğu adamla yaşadıkları anlardaki temizlik, saflık, masumiyet, heyecan... içermiyordu. Zaten o hep kontrollü üzerinde olan adamların yüzüne mimiklerine bakıyordu, artık ne zaman nerelerine dokunacağında deneyimliydi, istedikleri anda orada oluyordu elleri, dudakları, belden aşağısı hariç tüm bedeni ve tam bir sevişmeden eksiksiz olarak rahatlatıyordu onları.
Şimdi başladığı yerdeydi daha öncede gelmişti bu banka ama bugün farklıydı. Başladığı gibi bitirmeliydi bu işi. Kafasında ki namus kavramı o gün nasılsa şimdi de aynı sınırda olmalı, uzun zamandır bakmadığı aynaya bakabilmeli, yaşadığı yerdeki herkesin dediği gibi namuslu kız diyebilmeli kendine, inanmalı. Ya ailesiyle konuştuğu telefonu atmalı elinden ya da iş telefonunu fırlatmalı... tek yanlı devam etmeli.
BAKİRE OROSPU (1)
İşe başladığından beri üç kuralı vardı, asla taviz vermeyeceği. Bu işe neden ve nasıl başladığını hatırlamıyordu tam olarak. Paraya ihtiyacı vardı, üniversitede okuyordu, çevresinde bakireliği, namusu sadece kızlık bozulması diye tanımlayan insanlar vardı...en son aklında kalanlar bunlar bundan önceki yaşantısına ait.
Birine aşık olduğunu sanmakla başladı her şey, onun için neler yapabilirdi, başka kızlarla yapmamasını istemediği şeyleri ona sağlamalıydı yani kendine zarar vermemeye çalışarak elinden ne gelirse işte. Ayrıldıklarında yıkılmıştı yaşadıkları derin yaralar açtı onda, anladı namusun aslında sadece bakirelikte olmadığını.
Yeni bir ilişkiye başladı bundan sonra daha dikkatli olmalıydı. Sevgilisine değer verdiğini belirtti her fırsatta ama o ondan bunu göstermesini istedi. Ona güveniyorsa eğer yanında rahat olmalıydı ona dokunmasına izin vermeliydi. Birkaç örnekle anlatmaya çalıştı daha bunlar için erken olduğunu ama eğer onunla evlenecekse ilerde yani buna inanıyorsa neden onunla bir şeyler yaşamasın ki diye düşündü. Hem bundan önceki sevgilisinden daha fazla değer veriyordu sanki bu sevgilisi ona, bu yüzden onunla yaşadıklarından daha fazlasını yaşayabilirdi onunla. Sevgilisi de zaten ilerde evlenmeden ölürsem falan diye, hani ayrılık olmayacak ya, kızlığını bozmuyor yani namus yine cepte(!).
Çevresinde ki bir çok erkeğe güvenmemeye başladı ikinci ilişkisi de bitince. Yeni bir ilişki sadece evlenmeye hazır olan bir erkekle olabilirdi ama daha kendisi evlenmeye hazır değildi. Kocasına bakireliğini saklamalıydı böylece onun namusu hakkında hiç şüphe etmeyecek geçmişinde yaşadığı ilişkileri sormayacaktı. Oysa ilk erkek arkadaşında bırakmıştı çocuk saflığını, eşiyle yaşamak istediklerini...
Sorunlu olduğu, kafasında çelişkiler yaşadığı bir gün karşısına çıkan bir banka dinlenmek için oturdu. İlk o gün geldi yanına biri, hiç tanımadığı eli ayağı düzgün bir adam. Amacı neydi bilmiyor belkide o da dinlenmek istedi sadece. Konuşmaya başladı bununla derdini anlatıyordu işten dolayı canı mı sıkılmıştı ne? 'Seks insanı rahatlatırmış' deyiverdi o gün sonra adamın bu işi onunla yapıp yapamayacağına dair soran bakışlarıyla karşılaştı. Hızlı düşünüp 'kurallarım var sadece. İlk kural para peşin olarak verilecek memnun kalınmazsa yalnızca yarısı iade edilecek. Eğer sonra tekrar istenirse geri alınan paranın üç katı ödeme yapılacak.İkinci kural ön sevişme, hazırlanış evresi şart ve çok can yakıcı işkence olmayacak. Üçüncü kuralıda ilişki yaşarken söylerim' dedi. Şartlarını kabul edince daha önceleri önünden geçerken hayranlıkla izlediği bir otele gittiler. Yanında ilk sevgilisi varmış gibi düşünüyordu hep. Gözlerini kapattı ve hayal içinde birbirlerine dokunmaya başladılar. Partnerinin de gözleri kapalıydı o da başaksıyla sevişiyordu o sırada hissediyordu bunu, içinde olduğu durumu düşünmek zorundaydı onun kadar kaygısız olamıyordu. Yavaş yavaş soyunmaya başladılar erkek daha sabırsızdı, kadınsa kontrollü. Kadın belden yukarısını açtı iş pantolonuna geldi ki sessizliği bozdu 'üçüncü kural bacaklarıma ve vajinama deymeyeceksin'. Erkek şaşırdı fakat çoktan düşünebilme, mantıklı karar verebilme durumundan geçmişti. Kadınında dokunuşlarıyla nereye, nasıl olduğunu anlamadan orgazm oldu. Bitmişti.
Artık o bu işi meslek halinde yapıyordu. Kurallar hep aynıydı. Sorun çıkaranlar oluyordu elbette ama genelde müşterilerini iyi eğitimli kişilerden seçtiğinden yani seçerek iş yaptığından büyük sorunlar çıkmıyordu. Parasının yarısını alan nadir müşterilerse genelde hep geri gelip daha çok para kazanmasını sağlıyordu. Geri gelenler her defasında onun gizlediği şeylere ulaşmak istiyorlardı. Tabi her seferinde havalarını alıyorlardı. Çünkü o bir gün bu mesleği bırakacak ve bakire yani (!) namuslu bir şekilde hayatına devam edecek...
...
Birine aşık olduğunu sanmakla başladı her şey, onun için neler yapabilirdi, başka kızlarla yapmamasını istemediği şeyleri ona sağlamalıydı yani kendine zarar vermemeye çalışarak elinden ne gelirse işte. Ayrıldıklarında yıkılmıştı yaşadıkları derin yaralar açtı onda, anladı namusun aslında sadece bakirelikte olmadığını.
Yeni bir ilişkiye başladı bundan sonra daha dikkatli olmalıydı. Sevgilisine değer verdiğini belirtti her fırsatta ama o ondan bunu göstermesini istedi. Ona güveniyorsa eğer yanında rahat olmalıydı ona dokunmasına izin vermeliydi. Birkaç örnekle anlatmaya çalıştı daha bunlar için erken olduğunu ama eğer onunla evlenecekse ilerde yani buna inanıyorsa neden onunla bir şeyler yaşamasın ki diye düşündü. Hem bundan önceki sevgilisinden daha fazla değer veriyordu sanki bu sevgilisi ona, bu yüzden onunla yaşadıklarından daha fazlasını yaşayabilirdi onunla. Sevgilisi de zaten ilerde evlenmeden ölürsem falan diye, hani ayrılık olmayacak ya, kızlığını bozmuyor yani namus yine cepte(!).
Çevresinde ki bir çok erkeğe güvenmemeye başladı ikinci ilişkisi de bitince. Yeni bir ilişki sadece evlenmeye hazır olan bir erkekle olabilirdi ama daha kendisi evlenmeye hazır değildi. Kocasına bakireliğini saklamalıydı böylece onun namusu hakkında hiç şüphe etmeyecek geçmişinde yaşadığı ilişkileri sormayacaktı. Oysa ilk erkek arkadaşında bırakmıştı çocuk saflığını, eşiyle yaşamak istediklerini...
Sorunlu olduğu, kafasında çelişkiler yaşadığı bir gün karşısına çıkan bir banka dinlenmek için oturdu. İlk o gün geldi yanına biri, hiç tanımadığı eli ayağı düzgün bir adam. Amacı neydi bilmiyor belkide o da dinlenmek istedi sadece. Konuşmaya başladı bununla derdini anlatıyordu işten dolayı canı mı sıkılmıştı ne? 'Seks insanı rahatlatırmış' deyiverdi o gün sonra adamın bu işi onunla yapıp yapamayacağına dair soran bakışlarıyla karşılaştı. Hızlı düşünüp 'kurallarım var sadece. İlk kural para peşin olarak verilecek memnun kalınmazsa yalnızca yarısı iade edilecek. Eğer sonra tekrar istenirse geri alınan paranın üç katı ödeme yapılacak.İkinci kural ön sevişme, hazırlanış evresi şart ve çok can yakıcı işkence olmayacak. Üçüncü kuralıda ilişki yaşarken söylerim' dedi. Şartlarını kabul edince daha önceleri önünden geçerken hayranlıkla izlediği bir otele gittiler. Yanında ilk sevgilisi varmış gibi düşünüyordu hep. Gözlerini kapattı ve hayal içinde birbirlerine dokunmaya başladılar. Partnerinin de gözleri kapalıydı o da başaksıyla sevişiyordu o sırada hissediyordu bunu, içinde olduğu durumu düşünmek zorundaydı onun kadar kaygısız olamıyordu. Yavaş yavaş soyunmaya başladılar erkek daha sabırsızdı, kadınsa kontrollü. Kadın belden yukarısını açtı iş pantolonuna geldi ki sessizliği bozdu 'üçüncü kural bacaklarıma ve vajinama deymeyeceksin'. Erkek şaşırdı fakat çoktan düşünebilme, mantıklı karar verebilme durumundan geçmişti. Kadınında dokunuşlarıyla nereye, nasıl olduğunu anlamadan orgazm oldu. Bitmişti.
Artık o bu işi meslek halinde yapıyordu. Kurallar hep aynıydı. Sorun çıkaranlar oluyordu elbette ama genelde müşterilerini iyi eğitimli kişilerden seçtiğinden yani seçerek iş yaptığından büyük sorunlar çıkmıyordu. Parasının yarısını alan nadir müşterilerse genelde hep geri gelip daha çok para kazanmasını sağlıyordu. Geri gelenler her defasında onun gizlediği şeylere ulaşmak istiyorlardı. Tabi her seferinde havalarını alıyorlardı. Çünkü o bir gün bu mesleği bırakacak ve bakire yani (!) namuslu bir şekilde hayatına devam edecek...
...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)