Anılara dokunmak canını ağrıtmıştı, hiç tahmin etmediği kadar...
Kötü biri değildi tabii düne kadar. Trene biletsiz binmemişti, tıklım tıklım olan otobüse arka kapıdan binse bile ödemişti parasını, yanlışlıkla fazladan ödenen geri paraları fark ettikten sonra iade etmişti, morali bozuk bile olsa küçük bir çocuğun bakışlarını tebessümle karşıladı hep, yaşlılara-hamilelere-özürlülere yer verdi gerektiğinde, en önemlisi nefret etmedi hiç... Allak bullaktı evden çıktığından beri, devamlı soru işaretleri vardı kafasında.
Halbuki böyle planlamamıştı; eski eşyalarını karıştırmaya başladığında, yaralarının tekrar kanadığını hissettiğinde. Aklına hiç gelmeyen 'öç almak' geçti içinden. Yıllardır gizlenen içinde büyüyen bir hastalık sanki o an tüm şiddetiyle etkisini dışa vuruyordu. Nasıl yapmalıydı, kendini kırmadan ama onun canını çok yakarak. Ağrımalıydı onun kalbi de en az onun kadar, yaşamalıydı yılardır onun yaşadığı güvensiz hayatı. Nerede yaşadığını, evlendiğini biliyordu. Muhtemelen sevmişti eşini yoksa niye evlensin ki diye düşündü, buradan yaralayacaktı onu. Eski sevgilisiyle buluşmasını herhalde hoş karşılamayacaktı eşi.
Bir kaç günlük araştırma ile iş telefonunu bulup aradı onu, tesadüfen işi düşmüş isim tanıdık gelince de eski günlerin hatırına buluşmak istemiş gibi. Önceden ayarladığı fotoğrafçıya da tembihledi masada yakınlaştıkları anlarda çekecekti fotoğraflarını, iki sevgili gibi gösterecekti onları.
Plan tam anlamıyla eksiksiz işliyordu; buluşmayı hemen kabul etti, mekan fotoğrafçı için idealdi, bir çok tanınmış kişinin fotoğrafını çekip yalan haber yapmıştı burada, masalar kahve-çay içmelik karşılıklı oturduğunda bile yakınsın yani.
Ama atladığı en önemli nokta planda, kendiydi. Yıllardır görmediği adam karşısında ne tepki vereceğini hiç düşünmemişti, devamlı tekrar ediyordu bu sadece 'öç almak' için. Erken gitti buluşma yerine kendini hazırlamak için. Her zaman ki gibi 2-3 dakika erken geldi adam da 'her zaman ki gibi erkencisin' dedi. Her zaman ki, hangi zaman, bizim aramızda senin hatırladığın bir zaman var mı diye geçirdi kadın içinden. Bu zamanlarda aklında 'öç' kelimesi yankılanıyordu. Belirli bir süre konuşmadılar belki 1 saniye bile değil ama gözleri gözlerine değdi işte o an. Kadın unuttu aklından geçenleri...
Anlatmaya başladılar yaşamlarını, gittikleri filmleri, okudukları kitapları, günlük siyaseti... konuştukça anlattılar, anlattıkça güldüler, hüzünlendiler...
Çay içmeye gelmişlerdi, garson boşalınca bardaklarını tazeliyordu devamlı. Adam, garson boşları alıp dolu bardakları bırakınca 'kahve istiyoruz, sade ve orta türk kahvesi' dedi. Sonra kadına dönüp 'Geç oldu kapanışı kahveyle yapalım dedim' dedi. Sonra devam etti 'Hala şekersiz içiyorsundur umarım, çay için de kullanmıyorsun' dedi. Kadın evet anlamında başını sallayarak, hafif bir tebessüm etti. Bitiyordu gün artık dediği gibi geç olmuştu duramadı kadın, yenemedi merakını, oturduklarından beri evliliğinden hiç bahsetmeyen adama sordu 'evliliğin nasıl diye' Adam sadece 'iyi' dedi önce fakat daha sonra 'Bir çocuğum var' dedi. Sormadı kadın bundan sonrasını. Bir filmi anlatırken bile heyecanlana bilen birinin evliliğinden ve çocuğundan bu kadar durgun bahsetmesi hoşuna gitmedi. Mutsuz olarak hiç düşünmemişti adamı.
Kahveleri geldi içtiler, kalkıyorlardı ki masadan kadın ilk kez değdi adama 'bana gidelim yemek falan yeriz, daha konuşacak çok şey var' Çıktı cümleler ağzından, baktı adama kabul etmezse diye ama adam kabul etti. Hesabı ödedikten sonra çıkışta 'eşimi arayıp gecikeceğimi söyleyeyim' diyerek birkaç adım uzaklaştı adam. Taksinin geldiğini haber vermek için adama doğru yürüdüğünde duydu iş seyahati için başka bir şehre gideceğini ve bu gece gelmeyeceğini söylediğini adamın, kadın. Taksi bahçe kapısında durdu, indiler, apartmanın merdivenlerini çıktılar, kadın anahtarını her zaman ki gibi kapıya birkaç adım kala hazırladı ve hiç konuşmadılar. Eve girip kapıyı kapatınca önce kim sarıldı hatırlamıyordu kadın, nasıl oldu da sabahtan beri konturollü davranıp sohbet ederken bir anda öpüşmeye başlamaları gerçekten bilmiyordu. Sonrası da malum zaten...
Ne adam durdurmuştu ne de kadın. Ne adam mutsuzdu ne de kadın ta ki sabah oluncaya, gerçekle yüzleşinceye kadar. Kadın önce uyanmıştı, ya sonsuza kadar kalmalıydılar böyle ya da hiç yaşanmamış olduğunu düşünmeliydiler. Makbul olan ikincisi idi kadın da onu seçti. Adama onun seveceğini düşündüğü kahvaltı hazırladı ve ufak tefek notlarla onu yönlendirdi. Telefonu çalıp fotoğrafçı arayana kadar da mutluydu, hayattan bir gün çalmıştı, sadece kendisine anlatacağı fakat fotoğrafçı arayınca bugünü sadece kendisinin bilmediği aklına geldi ve bir mektup yazdı adama öyle çıktı, gitti evden .
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder