Sessiz o kadar sessiz ki yaşadığından bile emin değil. Aslında biliyor, uyuyor. Derin sayılabilecek bir uykuda mı onu bilmiyor. Daha önce de uyurken şahit olmuş ama hiç uyurken dinlemek aklına gelmemiş onu. Öylece bakıyor yüzüne, onun anın sessizliğinde ölü gibi yatıyor olmasına, ne kadar savunmasız, masum olmasına...
Bir daha hiç uyanmasa öylece o yatakta yatsa ne kadar kalabilir ki o halde, yanına o da uzansa ya da göğsüne dayasa başını kendisininkiyle aynı tempoda kalp atışlarının yavaşladığını dinlese sevdiğinin. Günler geçse sonra sokaktan geçen bir densiz cesetlerin kokusunu duysa ama artık çok geç olsa ve onları, kenetlenmiş bedenlerini ölüm soğukluğunda ayıramasalar. Diye düşlerken kadın, açtı gözlerini adam.
Kadının aklından geçenleri tahmin edemezdi. Uyku mağrurluğu ile gülümsedi sonra pişman oldu ama artık çok geçti. Yüzüne bakan kadının gözlerinde yeni bir umut belirdi sanki. Kadın heyecanlandı her zaman ki anaç tavrıyla kahvaltı hazırladım duştan sonra yer öyle gidersin dedi ve çıktı odadan. Dün hiçbir şey yaşanmamış gibi 'gidersin' demesi sevindirdi adamı.
Adam dünü düşünüyordu devamlı; Neden buluşmayı kabul etti, evine davet edince neden hayır diyemedi, neden onu öpmesine ve sonrasına izin verdi, neden çok mutlu bir evlilik yaşadığını düşündüğü halde bu evde açıyor gözlerini, neden eşini aldattı yalnızca bir gece için... 'bir gece mi?' diye yankılandı ses, bir daha görmeyecek miydi onu yıllar sonra bulmuşken?? Bu sorunun cevabını veremedi adam telefonu çalıyordu. 'Baba seni çok özledim' Aklına geldi baba olduğu. O istememişti bunu ama karısı hamile olduğunu söyleyince karşı çıkmadı bu duruma. Sıradan bir evlilikleri vardı ve iki yılı aşmıştı artık çocukları olması da bu sıradanlığın parçası idi ve kızı doğdu. Sonra karısı aldı telefonu. Acil işi çıktığını ve şehir dışına gitmesi gerektiğini söylemişti, dün eve gelemeyeceğini söylerken. Daha önce hiç acil işi olmadığından şaşırmıştı karısı ama güveniyordu eşine itiraz etmeden kapatmıştı telefonu şimdi de ne zaman geleceğini, işlerinin nasıl olduğunu sormak hem de kızının onu çok özlediğini söylemek istediği için aramıştı. Bu telefon kendine getirmişti onu hemen duşa girdi, özel olarak konulduğu belli olan temiz havlulara sarıldı, bu evden bir an önce gitmeliydi. Banyodan çıktığında, üzerinden nasıl ve evin hangi odasında çıkardığını tam olarak hatırlamadığı kıyafetler toplanılmış, ütülenmiş bir şekilde gözlerini açtığı odaya konulmuş olarak ona sunulmuştu. Duşta olduğu süre içinde onun üst kata çıkmış olduğunu hatta evde olduğunu hiç düşünmemişti. Ne yapacaktı şimdi, konuşmaya nasıl başlayacaktı, evli olduğunu hatta çocuğu olduğunu biliyor muydu, en önemlisi düzenli, saygın bir hayatı vardı onun... s.ktir lan dedi bunları düşlerken kendine uzun zamandır küfür etmiyordu, hele kendine hiç. Hayatı tek düze gidiyordu işte ve eskisi gibi sıradan olmayım, kendim için yaşayayım, insanları boşvereyim diyemiyordu. B.k vardı karşısına çıkmıştı sanki. Gerçeklerden kaçamayacağı ya da zamanı geri çeviremeyeceği belliydi, giyindi, gitti mutfağa...
Yeşil-siyah zeytin, peynir, reçel, yumurta, tost, ekmek, kaynayan çay, portakal suyu ve bugünün gazeteleri üzerilerinde bir not 'hangisini okuyorsun bilmediğimden hepsini aldım'. Ocağın yanında bir not daha 'çaydanlığın altını kapatmayı unutma'. Adam anladı ki ki bu masa tek kişilik, tek sandalye, bir çatal ve bir bardak konulmuş masaya. Sandalyeye oturduğun da bir not daha fark etti 'afiyet olsun servisini sen yapacaksın kusura bakma, bu arada kahvaltı yapmadan çıkarsan çok üzülürüm'. Tebessümle çayını doldurup oturdu masaya, özenle hazırlanmış kahvaltı, açta olduğundan pek durumunu sorgulamadı.
Çaydanlığın altını kapattı, kahvaltılıkları toparlamak için bakındı ama sonrasında kullandığı çatalı ve bardağı tezgahın üzerine bırakıp çıkdı mutfaktan. Artık gitmeli bu evden. Kapıya yöneldi bu sefer küçük bir not değil onu bekleyen bir buluşma - ayrılık mektubu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder