Uzandı karanlığın içinde parlayan küçük düğmeye, tam dokunacaktı ki vazgeçti. Hoş alışmıştı da gözleri karanlığa. Uzun yıllardır oturduğu bu evde gözleri kapalı olsa bile neredeyse bulurdu yolunu alışmasa, karanlık kalsa da her yer.
Eve gelmeden hazırlamıştı kendini her duruma. Hiç bir şey olmamış gibi davranacak; sıradan bir gün evine nasıl giriyorsa öyle olacaktı. Ama içeriye girer girmez bu kuralı ihlal etmişti, ışıkları açmadan evde ilerleyerek. Normalde kapıyı anahtarıyla açar holünün ışığını yakar, daha sonrada odasına gidinceye kadar bir kaç ışığı yakarak ilerlerdi evde. Öyle iç güdüsel olarak evde camdan kapıdan giren birileri varsa ona gözükmeden rahatça kaçsınlar diye belli ederdi kendini eve girer girmez sonrasında yatak odasına girip, evde kimsenin olmadığını düşündüğü halde, kapısını kapatır üzerini değiştirirdi. Bugün ise ışıkları yakmak istemedi. İlk kez eğer evinde ondan habersiz kalan biri varsa rahatsız etmek istemedi. Ya da bırakıp giderken yaşadıklarıyla yüzleşecek cesareti yoktu.
İçinden devamlı kötü bir şey yapmadım diyordu bir tarafı. Bir tarafı ise evli bir adamı baştan çıkardım, bir çocuğun babasıyla yattım diye aşağılıyordu kendini. Bir adım atabilmişti evin içinde, sadece bir adım. Geçirdiği geceden anlar geliyordu usuna. Hayalle gerçek arasında yaşanmıştı her şeyi. Nasıl bu kadar boş bulunmuştu? Nasıl bu kadar güzeldi her an? Asıl olan nasıl bu kadar özlemişti onu? Nasıl olur da daha ilk görüşte affetmişti onu? Nasıl eskisi gibi öpmüş, sarılmıştı ona? Her ne olursa olsun durdurmalıydım kendimi de onu da diye düşünüyordu. Sonra o niye durmadı, durdurmadı beni? Diye soruyordu kendine. Keşke tesadüfen karşılaşmış olsalardı. O zaman ikisi de eşit şekilde suçlu olurlar, hatta o daha çok suçlu olurdu diye düşündü. Sonuçta evli bir adamın karısının yatağından başka, bir kadının yatağında ne işi vardı. Üstelik isteyerek gelmişti onunla, hiç zorlamamıştı onu. İşte 'Zorlamamış mıydı' Resmen oyun hazırlamıştı ona karşısına çıksın, onunla sohbet etsin diye. Sadece sohbet ama. Onlar ne yaptılar geceyi birlikte geçirdiler. Hem de yaşadığı evde, bu gece ve diğer gecelerini geçireceği yatakta. Nasıl olacaktı tüm bunlar? Oysa gecenin sabahında nasıl da cesurca yazmıştı; bu gece geçmişte yaşandı. Bizim ayrılmadan önce ki son gecemizde. Dudaklarına kondurduğum buseden sonra bu bir rüya mı diye sormuştun. Ben de evet demiştim rüya uyumaya devam et. Ve uyumuştuk diye hatırlıyoruz ama yanılıyoruz aslında uyumadık o gece. Biz olduk. Birbirimizin olduk. Gibi gibi... yazmıştı ona bıraktığı mektup da. Fakat şimdi kendini inandıramıyor bu gerçeğe. Gerçek değil mi? Evli, hemde çocuğu olan bir adamla etik dışı bir ilişkide bulunmadı değil mi?
Evin girişinde öylece kalakalmıştı. Ne ilerleye biliyor, ne de çıkıp gitmek istiyordu. Nefes alırken bile korkuyordu kendi kokusundan başka bir koku hissetmekten. Çömeldi boşluğa biraz sakinleşmek, sağlıklı düşünebilmek için kendine ihtiyacı vardı. Böyle durumların vazgeçilmezi gözyaşları süzüldü gözlerinden, çekti dizlerini karnına.
Belki yarım saat belki bir saat sonra ağlamış kendine gelmiş, her zaman ki gibi kendi kendisini az da olsa teselli etmiş olarak kalktı ayağa. Bir çırpıda ışıkları yaktı. İlerledi evde tam yatak odasına çıkmak için merdivenlere yöneldi; bir ses, bir nefes sesi ile irkildi. Arkasında birinin olduğundan emindi. O olmasından hem korkuyor hem de onun olması için dua ediyordu. Ya da hayır duyar duymaz emin oldu gidemediğine. Nasıl o unutamamış ise yaşadıklarını o da unutamamıştı işte. Fakat şimdi nasıl davranacaktı; boynuna mı sarılmalıydı yoksa ona gitmesini mi söylemeliydi. Derin derin nefes alarak arkasına döndü ama kimse yok. Mutfaktan bir ses 'Abla dün geceden beri neredesin Allah aşkına? aradım cebin de kapalıydı. Bende nasılsa yedek anahtar var diye geldim, girdim eve.' Cevap veremedi kardeşine öylece kalakaldı merdivenin başında. Tabii kardeşi devam etti, cevap beklemiyordu zaten. 'Kahvaltılıkları bile toplamadan aceleyle nereye çıkıp gittin tatil günü?' Bu sefer artık bir cevap vermesi gerekiyordu bir şeylerin yolunda gittiğine inandırmak için kardeşini. 'İşim vardı aceleyle çıktım, uzun sürdü eve gelemedim işte. Hesap mı soruyorsun yorgunum, üzerimi değiştirip geleyim bir şeyler yiyelim' Kardeşini tanıyordu öyle onu ilgilendirmeyen şeylerin üzerine çok gitmezdi, yemek yemeği de sevdiğinden direkt konuyu onunla kapadı. O da zaten 'Yok ya ne hesap soracağım öyle merak ettim seni. Ben de çok açıp hadi gel de bir şeyler yapıp yiyelim' dedi ve üzerine gitmedi dün eve gelmeyişinin.
Odasına çıktı. Her yerde o vardı sanki. Sadece bir gecede tüm odayı doldurmuştu. Tam oturup yine ağlamaya başlayacaktı ki. Kardeşi aşağıdan ev de ne var, ne yapalım diye bağırdı? İlk kez kardeşinin ona gelmesine bu kadar mutlu olmuştu. Ve o mutfağını karıştırmadan aşağıya inmeliydi. Şimdi üzülme, kendine acıma zamanı değildi.
Her şey yoluna girecekti. Gitmişti işte. Kardeşi eve geldiğinde gitmemiş olsaydı o şimdi kardeşi hiçbir şey olmamış gibi davranmazdı herhalde. Acaba kaç gün kalacaktı inşallah uzun kalırdı yani o bu dönemi atlatıncaya kadar falan. Gecenin izleri silinmeyecekti ondan biliyordu ama en azından geçmişe itmeyi ,eski bir anıymış gibi düşünmeyi başaracaktı. İlk ayrılıklarında olduğu gibi bunda da kararı yalnız verip işini kolaylaştırmıştı sevdiğinin. Karısıyla, kızıyla mutlu yaşasınlar diye elinden geleni yapmıştı.
Öç almış mıydı şimdi?
Yeni bir sayfa, yeni bir nefesle başlayalım yazılara, ilk nefes kadar canımızı yaksın, heyecanlandırsın bizi her yazı. Başlangıçlar yeni umut olsun, başarı getirsin herkese... Hadi en güzel başlangıçlara ve bitmeyen sonlara...'
19 Aralık 2012 Çarşamba
14 Kasım 2012 Çarşamba
BEN VE YALNIZLIĞIM
Yalnızlık. İçi ne kadar boş gibi duran bir
kelime oysa o kadar çok şey yazılıyor ki hakkında.
TDK dan üşenmedim açtım baktım
1. isim Yalnız olma durumu, kimsesizlik
2. Kimse bulunmama durumu, ıssızlık, tenhalık
İki anlam yüklemişler hoş ikisi de aynı kapıya çıkıyor.
Daha cümlelerime nokta koymadan kendimle çeliştim. Önce içi boş ne demek dedim kendi kendime, sonra üşendim yazmış olmama takıldım. İnternetten açıp bakmak 30 saniyeni bile almazken üşenmemiş olmana mı övünüyorsun, dedim. Anlayacağın kafamda çok seslilik hakim. Ne kelimeleri tutabiliyorum ne de harfleri. Gerçek yazmak istediğim neydi ondan uzaklaştım gittim.
1. isim Yalnız olma durumu, kimsesizlik
2. Kimse bulunmama durumu, ıssızlık, tenhalık
İki anlam yüklemişler hoş ikisi de aynı kapıya çıkıyor.
Daha cümlelerime nokta koymadan kendimle çeliştim. Önce içi boş ne demek dedim kendi kendime, sonra üşendim yazmış olmama takıldım. İnternetten açıp bakmak 30 saniyeni bile almazken üşenmemiş olmana mı övünüyorsun, dedim. Anlayacağın kafamda çok seslilik hakim. Ne kelimeleri tutabiliyorum ne de harfleri. Gerçek yazmak istediğim neydi ondan uzaklaştım gittim.
Yalnızlıktı konu. Kendimi yalnız
hissettiğim anlar.
Çok korkunçtur birinin yokluğunu hissetmek,
yalnız olmak değildir yani. Etrafında bir dolu insan vardır ama 'O' yoktur.
Gerçek yalnızlık hissi o olsa gerek, herhalde. Çok özlemek, alışkanlıkla her
zaman olduğu yere bakmak ve boşlukla karşılaşmak... Vefat eden dedemin yerinin
hiç dolmaması gibi.
Bir şehre gitmek zorunda kalırsın, işsizsen
ve arayış içindeysen sınavlar, başvurular falan için. Büyümüşsündür, tek başına
gidebilirsin tanımadığım bu şehirlere işte o kalabalık caddelerde tanıdık tek
bir suret yoktur. İstediğin gibi göz gezdirirsin etrafına, gözlerinden yaşlar akar,
şarkı söylersin, kimse dönüp ne yapıyorsun demez. Yalnızsındır.
Büyümek, aşık olmak, birine güvenebileceğini düşünmek, ölmek... Bunlar belki de yalnızlığı hissetmek, varlığını kabul etmek.
Ben en çok yolda yalnız olmayı severim içimden konuşur konuşur dururum, belki de dışımdan da konuşuyorumdur. Bilmiyorum. En fazla deli derler. Kim ne kadar akıllı ki derim bende?
Büyümek, aşık olmak, birine güvenebileceğini düşünmek, ölmek... Bunlar belki de yalnızlığı hissetmek, varlığını kabul etmek.
Ben en çok yolda yalnız olmayı severim içimden konuşur konuşur dururum, belki de dışımdan da konuşuyorumdur. Bilmiyorum. En fazla deli derler. Kim ne kadar akıllı ki derim bende?
Bisiklet sürmeyi çok severdim eskiden.
Şimdi sevip sevmediğimi bile bilmiyorum. Uzun süredir hiç bisiklet sürmedim.
Bisiklet üzerindeyken yalnız olmak bir başkadır, rüzgarın sadece sana değdiğini
farz edersin. Kaldı ki öyledir de, o anda senin hızınla sadece sana dokunur,
yalnız sana... Bir de salıncakta sallanmayı severim. Saatlerce hiç sıkılmadan
sallana bilirim. Allah’tan ne kadar kilo alsam da, çocuklar için yapılmış
salıncaklara sığmayacak kadar genişlemedim hiç, çünkü büyüklerin sallanma hakkı
yokmuş gibi hep çocuklar içindir salıncaklar. Salıncakta sallanmanın yalnızlığı
bir başkadır; kendi kendine bırakır seni, süzersin kendini, hafiflersin...
'Kalabalıklar için de yalnız kaldın mı?'
sorusu vardır bir de. İlk duyduğun zaman çok afili bir şey zannedersin. Sonra
anlarsın öyle çok da özenilecek bir şey olmadığını ama geç olmuştur.
Biliyorsundur artık kalabalık içindeyken böyle bir hissin ne demek olduğunu.
Herkes olsa da yanında 'o şarkıyı' dinlerken onun gözlerini arar gözlerin ya da
yapılan aptalca bir konuşmada geçen bir kelime senin için çok özel bir anın
nişanıdır ve o anın öznesinden başka herkes yanındadır olmayan herkese de ulaşa
biliyorsundur bir şekilde, ama özne yasaktır. Kalabalığın ortasında
yalnız-yalın kalırsın, üşüdüğünü hissedersin, yalnızlıktan üşürsün.
Yalnız kalmayı çok becerebilen biri olmadım
küçüklüğümden beri. Hep ben ve benimkiler vardı kafamda öyle sohbet muhabbet
yaşadım kendimce. Bu yüzden pek bilmem belki de gerçek yalnızlık nedir. Dilim
döndüğünce döktüm öyle bir şeyler, ‘kendimce’ yalnızlığı.
Kocaman ailem oldu hep yanımda,
büyüklükleri tarif edilemez arkadaşlarım. Gerçek anlamda neredeyse hiç yalnız kalmıyorum.
Bunun için şükretmeliyim ki ediyorum.
Kaldı ki bu yazı yalnızken yazıldı, odada şuanda tek başınayım, fakat biliyorum; çığlık attığımda duyacak birileri hep oldu. Ve ne yazık ki(!) yalnız değiliz hiç birimiz. Sadece bazılarımız çığlığımızı duyuramıyoruz veya duyurmak istemiyoruz. Veya çocukça bir bencillikle fark edilmek istiyoruz. Veya gerçekten kime sesimizi duyurmak istediğimizden emin değiliz. Veya ve veya...
Kaldı ki bu yazı yalnızken yazıldı, odada şuanda tek başınayım, fakat biliyorum; çığlık attığımda duyacak birileri hep oldu. Ve ne yazık ki(!) yalnız değiliz hiç birimiz. Sadece bazılarımız çığlığımızı duyuramıyoruz veya duyurmak istemiyoruz. Veya çocukça bir bencillikle fark edilmek istiyoruz. Veya gerçekten kime sesimizi duyurmak istediğimizden emin değiliz. Veya ve veya...
29 Temmuz 2012 Pazar
HOŞ GELMİŞ...
Özlemişim onu, tenimde bıraktığı serinliği, ıslaklığı...
Kokusunu duyunca içim ürperdi, uzun süre oldu almayalı, neredeyse unutacakmışım.
Sesiyle uyandım bu sabah sakin, sessiz sessiz gelmiş. Gece ki uykusuzluk, karmaşıklıktan sonra iyi ki uğramış yağmur şehrime.
Hoşgelmiş.
Kokusunu duyunca içim ürperdi, uzun süre oldu almayalı, neredeyse unutacakmışım.
Sesiyle uyandım bu sabah sakin, sessiz sessiz gelmiş. Gece ki uykusuzluk, karmaşıklıktan sonra iyi ki uğramış yağmur şehrime.
Hoşgelmiş.
19 Temmuz 2012 Perşembe
SENSİZLİK...
sensizlik...
Bir garip hüzün çöker insana
El ayak çekilince
Tek başına kalırsın dünyada
Etraf sessizleşince
İşte böyle yalnızlık her insana başka duygular yaşatır. Şarkılara şiirlere konu olur iyi kullanılan cümlelerle, belki de sizin duygularınıza tercüman olur.
İnan bu ev alışamadı
Hiç bir azamam sensizliğe
Şimdi sensizlik oturuyor kalkıp gittiğin yerde
Keşke paylaştığım bir evim olsaydı seni. Dursaydı sende kalma bir yalnızlık orada en azından onunla paylaşırdım seni, orada bulurdum seni...
Yanlızlığa elbet alışır bedenim
Yalnızlıkla belki de başa çıkabilirim
Çok zor gelse bile yaşar öğrenirim
Sensizlik benim canımı acıtan
Yalnızlıktan korkmuyorum dedim hep. Korkmuyorum da, korksaydım başkasını bulurdum yerine ama söylemiş ya şarkıda Sensizlik benim canımı acıtan...
Bir derin korku düşer ruhuma
Duvarlar seslenince
Karanlık oyun oynar aklıma gölgeler dans edince
Bunu sen söylemiştin gittikten sonra bu evden çığlıklarını bırakıyorsun odama, sen oluyorsun her yerde kokun ve sesin oluyor diye; ama yinede ben olmalıydım yanında değil mi?
İnan bana alışamadım
Hiçbir zaman sensizliğe
Şimdi sensizlik dolaşıyor çıkıp gittiğin bu evde
Evet bu bedende de sensizlik var. İliklerime kadar her yerde hissediyorum bunu ve biliyorum yalnızlığa elbet alışır bu yürek peki ya sensizliğe???....
Bir kez daha dinle, bu sefer başka şeyler de söyleyecektir belki de...
Not: 2006 Eylül'de canımı ne yakmıştı bu şarkı hem ağlamış hem yazmıştım. Hala dinlerim...
Bir garip hüzün çöker insana
El ayak çekilince
Tek başına kalırsın dünyada
Etraf sessizleşince
İşte böyle yalnızlık her insana başka duygular yaşatır. Şarkılara şiirlere konu olur iyi kullanılan cümlelerle, belki de sizin duygularınıza tercüman olur.
İnan bu ev alışamadı
Hiç bir azamam sensizliğe
Şimdi sensizlik oturuyor kalkıp gittiğin yerde
Keşke paylaştığım bir evim olsaydı seni. Dursaydı sende kalma bir yalnızlık orada en azından onunla paylaşırdım seni, orada bulurdum seni...
Yanlızlığa elbet alışır bedenim
Yalnızlıkla belki de başa çıkabilirim
Çok zor gelse bile yaşar öğrenirim
Sensizlik benim canımı acıtan
Yalnızlıktan korkmuyorum dedim hep. Korkmuyorum da, korksaydım başkasını bulurdum yerine ama söylemiş ya şarkıda Sensizlik benim canımı acıtan...
Bir derin korku düşer ruhuma
Duvarlar seslenince
Karanlık oyun oynar aklıma gölgeler dans edince
Bunu sen söylemiştin gittikten sonra bu evden çığlıklarını bırakıyorsun odama, sen oluyorsun her yerde kokun ve sesin oluyor diye; ama yinede ben olmalıydım yanında değil mi?
İnan bana alışamadım
Hiçbir zaman sensizliğe
Şimdi sensizlik dolaşıyor çıkıp gittiğin bu evde
Evet bu bedende de sensizlik var. İliklerime kadar her yerde hissediyorum bunu ve biliyorum yalnızlığa elbet alışır bu yürek peki ya sensizliğe???....
Bir kez daha dinle, bu sefer başka şeyler de söyleyecektir belki de...
Not: 2006 Eylül'de canımı ne yakmıştı bu şarkı hem ağlamış hem yazmıştım. Hala dinlerim...
27 Haziran 2012 Çarşamba
İLK ÖPÜŞME
Gözlerinin içine bakar, en dibine, sanki tüm benliğini çırılçıplak görüyormuş gibi. Öyle hissedersin, görebildiğini hoş rahatsız da olmazsın müstehcen hallerini bilmesinden. İçinde ki sıvı, kalbine baskı yapar hızına yetişsin diye. Gözlerin dudaklarına kaçamak bakışlar atar ister istemez. Tüm benliğini içine çeksin istersin, bir yandan korkarsın olacaklardan... O hala gözlerindedir sana doğru eğilir. Sıcaklığını hissedersin nefesinin, dudaklarını dudaklarında hissedersin karşı koymazsın ama karşılıkta vermezsin başlarda... İçine çekiyordur seni, o an anlarsın içini ona açtığını ama çok geçtir, ele geçirmiştir tüm benliğini, izin vermişsindir buna çarnaçar. Sonra bir telaşla silkelenerek uzaklaşmayı denersin acemice ama gücün yetmez, teslim olmuşsundur bir kere sen de kapılıp gidersin içine, dilin değer diline... Kalbinin heyecanını anca öyle durdurduğunu zannedersin. O an, ona kapılmazsan sanırsın dünyanın sonu gelecek ya da sen orada biteceksin. Sonra sen çoğaldığını düşündüğün anda biter bir şeyler: rüya, aşk, sevgi, dostluk, arkadaşlık, muhabbet, ihtiyaç, yaşanmışlıklar... sen fark etmezsin bittiğini Nasıl başladığını-var olduğunu da bilmemişsindir zaten.
Bir zaman sonra bakarsın tüketmişsin bir çok şeyi, çünkü yıllarca biriktirdiğini sandıklarını kendinden kullanmışsın, hep eksiltmişsin kendini...
Fark ettiğinde çok mu geç kalmışsındır, yoksa böyle yaşamaya alıştığından yenilerini biriktirmeye korkuyor musundur bilinmez. Ya da biliyorsundur yerine koyacaklar yeni olacak sen ise eskileriyle mutlusun, safsın... Hiç yaşamamış hallerini geri istiyorsun, mümkün olmayan.
Bir zaman sonra bakarsın tüketmişsin bir çok şeyi, çünkü yıllarca biriktirdiğini sandıklarını kendinden kullanmışsın, hep eksiltmişsin kendini...
Fark ettiğinde çok mu geç kalmışsındır, yoksa böyle yaşamaya alıştığından yenilerini biriktirmeye korkuyor musundur bilinmez. Ya da biliyorsundur yerine koyacaklar yeni olacak sen ise eskileriyle mutlusun, safsın... Hiç yaşamamış hallerini geri istiyorsun, mümkün olmayan.
8 Haziran 2012 Cuma
ÖÇ (3)
Evden çıktığında aklında resimleri kimse görmeden nasıl imha edeceği vardı sadece; yakmalıydı ve hepsi kül oluncaya kadar başında beklemeli, olur da bir parçası yanmaz ve onları tanıyan üçüncü birinin eline geçerse bu utançla nasıl yaşardı.
Fotoğrafçı dediği yere gelmiş, onu bekliyordu saatler öncesinden, aramasının sebebi de geç kalmış olmasıydı. Sabahın köründe hazır et fotoğrafları, demişti adama. Bir gün sonra planını işleve sokup adamın eşine gönderecekti fotoğrafları. Ama şimdi...
Fotoğrafçı olaylardan habersiz, meraksız 'Getirdim fotoğrafları, umarım istediğin gibi olmuştur' deyip uzattı. Hızlıca aldı, fakat fotoğrafçıya bu fotoğrafları o kadar da önemsediğini hissettirmemek istiyordu. 'Olmuştur Yani çokta önemli değil bir arkadaşıma şaka yapacaktım ama gerek kalmadı zaten....' diye gereksiz açıklamalarla uzatıp, fotoğrafçıya aslında çok önemli der gibiydi. Fotoğrafçı bir şeyler olduğunu sezdi ama iki üç dakika bile önemsemedi bu durumu, yalnızca işi yapmadan yarısını aldığı şimdi de kalanını alacağı parasını düşünüyordu. İşini hep temiz yapardı, böyle özel işlerde çok meraklı değildi umursamazdı neyi fotoğrafladığını; altından çıkacak hikaye aldatma mı, güvensizlik mi ona ne.
Elindeydi işte, istediği belgeler, bir zarfın içinde. Öylece kaldı onları alınca. Fotoğrafçı parasını alıp uzaklaşmıştı. 'Bakmayacak mısın?' demişti parasını hemen uzatınca sadece, sonra 'Bir daha işin düşerse ararsın' diyerek uzaklaşmıştı. Adamın umursamazlığı çok rahatlattı onu. Sabahtan beri hiçbir şey yemediği aklına geldi. Karnı tokken bile bazen mantıklı düşünemezken açken hiç düşünemiyordu. Sabahın körüydü ona göre daha, gidip kendine bir kahvaltı ısmarladı. Kahvaltısını bitirmeden olanları aklından geçirmek bile istemiyordu.
Kahvaltının üzerine güzel bir türk kahvesi içip kendine geldi. Resimler çantasında güvenliydi, gidip onları kül edecek yer bulmak kolaydı. ama yıllar sonra yaşadıklarını nasıl yok edecekti. Her bir saniyesi aklındaydı gece yaşadıklarının. Neredeyse hiç uyumamıştı gece boyunca tanıdığı, aklının bir köşesine hapsettiği kokuyu içine çekmişti devamlı. Uzun zaman sonra huzurun anlamıydı bu gece onun için. Bir yandan da bunları düşünmekten utanıyordu; Evli bir adamla birlikte olmuştu hem de kendi evine adamı alarak. Başkası yapsa kadına her türlü çirkin sıfatı yakıştırırdı. Bir kadının aldatılmasına sebep olmuştu. Bir adam karısını onunla aldatmıştı. Onun, esas kadın olmadığı kesindi bu hikayede; kötü kadın olmuştu, hani yuva yıkan. Yok, hayır, yuva yıkılamaz, bunu kaldıramaz... yıllar öncesinde yaşanması gereken bir gece, bu gece yaşanmıştı o kadar. Bu gece anıların arasına tarihi değiştirilerek geçecekti sadece. Mektupta yazdığı gibi; unutulacak, hiç karşılaşmamış gibi hayatlarına devam edeceklerdi. Yaşadıklarının tek belgesi olan resimleri de imha ettikten sonra bu gün yıllar önce yaşanmış güzel bir anı olarak kalacaktı. O zaman bu kadarını yaşayacak kadar cesaretli değildi. Cesaret doğru bir anlatım değil galiba, büyük değildi diyelim. Şimdi büyük mü? Büyümüşse neden canı yanıyordu kararsızlıkla...
Kendini hiç bu kadar kötü biri olarak hissetmemişti daha önce, kirlenmiş gibi hissediyordu. Küçük bir kız çocuğunun babasıyla yatmıştı; onun için mükemmel olan hatta belki izlediği tüm çizgi filmlerdeki kahramanlardan daha güçlü, daha güvenilir sandığı babası, annesini başka bir kadınla aldatmıştı. Bu kadının kendisi olduğunu bilmek utanç vericiydi. Adam için de üzülüyordu. Eşini aldatmıştı, hem de yalan söylemişti. İnsan birine bu kadar kolay yalan söyleyip nasıl onunla evli kalabiliyordu? Onun tanıdığı, sevdiği adam bunu yapabilecek karakterde miydi? Şimdiye kadar kızı gibi o da mı kahraman sanmıştı onu?... Düşündükçe daha çok delirecek gibi oluyordu. Nerede yanlış yaptığını farkındaydı, bu oyuna hiç başlamamalıydı. Kendisinin bu kadar allak bullak olup, mantıklı kararlar veremeyeceğini biliyordu başlarken de, ama her zaman güçlü olan durmasını bilen bir adam vardı karşısında, o niye durmamıştı bu safer.
Ne yapacaktı şimdi. Eve gittiğinde çoktan evi terk etmiş olacaktı adam, herhalde. Ama bir gece önce orada yaşananları aklından nasıl silecekti. Yazarken iyiydi yıllar önce bir anıyı yazıyormuş gibi yapmak, tarihe en son beraber uyudukları geceninkini düşmek. Adam bu yalana kendini alıştırabilir belki, evde onu bekleyen -gerçekten masum olan- bir kız çocuğu varken buna inanmaktan başka çaresi de yok zaten sanki ama kadın kaç kez hayalinde uyuduğu adamla yattığı yataktaki bu geceyi hiç olmamış gibi nasıl yapacaktı. Yok, en iyisi bu gece eve gitmemekti. O kadar zaman sonra verebildiği elle tutulur tek karar bu oldu. Kalktı kendine kalacak bir yer düşünmeye başladı, arkadaşlarına gidebilirdi ama o yalnız kalmayı tercih etti bir otele gitmeyi düşünüyordu fakat öncelikle resimleri yakmak için deniz kenarında bir yer bulacaktı oradan otele gidip uyumak, dinlenmek istiyordu. Bir daha uyanmaya gücü yeter miydi, bilmiyordu. Eskiden düşündüğünde özlediği, saygı duyduğu, mutlu olduğunu sandığı bir adam vardı. Şimdi dün gece yanında olan adam sevdiği,özlediği, bildiği adam ama bir yandan da evli olup başka bir kadının yanında gözünü açabilen adam... Hatta adamın üzgün, hayatından mutlu olmadığını bile düşünüyordu... Yaşadıklarından ne kadar mutlu olursa olsun; eskiye oranla daha çok canı yanıyordu, daha güçsüzdü ilk terk edilişinden. Bundan sonra nasıl nefes alacaktı... Bu olanlardan sonra kendi yüzüyle nasıl yüzleşecekti, sabah aynaya baktığını hatırlamıyordu. Mutlu uyanmıştı telefon çalıncaya kadar da öyleydi fakat o telefon hayal dünyasından çıkarmıştı onu, o da apar topar dışarı atmıştı kendini. Şimdi gerçek bir kadın olmuşken sevdiği adamla nasıl görünüyordu, toplumda yasak ilişki diye adlandırılan şeyi yaşamış bir kadın olarak, yaşadığı ilişkiyi sevdiklerinin gözüne içine bakarak değil kendine bile anlatamayan bir kadın olarak...
Fotoğrafçı dediği yere gelmiş, onu bekliyordu saatler öncesinden, aramasının sebebi de geç kalmış olmasıydı. Sabahın köründe hazır et fotoğrafları, demişti adama. Bir gün sonra planını işleve sokup adamın eşine gönderecekti fotoğrafları. Ama şimdi...
Fotoğrafçı olaylardan habersiz, meraksız 'Getirdim fotoğrafları, umarım istediğin gibi olmuştur' deyip uzattı. Hızlıca aldı, fakat fotoğrafçıya bu fotoğrafları o kadar da önemsediğini hissettirmemek istiyordu. 'Olmuştur Yani çokta önemli değil bir arkadaşıma şaka yapacaktım ama gerek kalmadı zaten....' diye gereksiz açıklamalarla uzatıp, fotoğrafçıya aslında çok önemli der gibiydi. Fotoğrafçı bir şeyler olduğunu sezdi ama iki üç dakika bile önemsemedi bu durumu, yalnızca işi yapmadan yarısını aldığı şimdi de kalanını alacağı parasını düşünüyordu. İşini hep temiz yapardı, böyle özel işlerde çok meraklı değildi umursamazdı neyi fotoğrafladığını; altından çıkacak hikaye aldatma mı, güvensizlik mi ona ne.
Elindeydi işte, istediği belgeler, bir zarfın içinde. Öylece kaldı onları alınca. Fotoğrafçı parasını alıp uzaklaşmıştı. 'Bakmayacak mısın?' demişti parasını hemen uzatınca sadece, sonra 'Bir daha işin düşerse ararsın' diyerek uzaklaşmıştı. Adamın umursamazlığı çok rahatlattı onu. Sabahtan beri hiçbir şey yemediği aklına geldi. Karnı tokken bile bazen mantıklı düşünemezken açken hiç düşünemiyordu. Sabahın körüydü ona göre daha, gidip kendine bir kahvaltı ısmarladı. Kahvaltısını bitirmeden olanları aklından geçirmek bile istemiyordu.
Kahvaltının üzerine güzel bir türk kahvesi içip kendine geldi. Resimler çantasında güvenliydi, gidip onları kül edecek yer bulmak kolaydı. ama yıllar sonra yaşadıklarını nasıl yok edecekti. Her bir saniyesi aklındaydı gece yaşadıklarının. Neredeyse hiç uyumamıştı gece boyunca tanıdığı, aklının bir köşesine hapsettiği kokuyu içine çekmişti devamlı. Uzun zaman sonra huzurun anlamıydı bu gece onun için. Bir yandan da bunları düşünmekten utanıyordu; Evli bir adamla birlikte olmuştu hem de kendi evine adamı alarak. Başkası yapsa kadına her türlü çirkin sıfatı yakıştırırdı. Bir kadının aldatılmasına sebep olmuştu. Bir adam karısını onunla aldatmıştı. Onun, esas kadın olmadığı kesindi bu hikayede; kötü kadın olmuştu, hani yuva yıkan. Yok, hayır, yuva yıkılamaz, bunu kaldıramaz... yıllar öncesinde yaşanması gereken bir gece, bu gece yaşanmıştı o kadar. Bu gece anıların arasına tarihi değiştirilerek geçecekti sadece. Mektupta yazdığı gibi; unutulacak, hiç karşılaşmamış gibi hayatlarına devam edeceklerdi. Yaşadıklarının tek belgesi olan resimleri de imha ettikten sonra bu gün yıllar önce yaşanmış güzel bir anı olarak kalacaktı. O zaman bu kadarını yaşayacak kadar cesaretli değildi. Cesaret doğru bir anlatım değil galiba, büyük değildi diyelim. Şimdi büyük mü? Büyümüşse neden canı yanıyordu kararsızlıkla...
Kendini hiç bu kadar kötü biri olarak hissetmemişti daha önce, kirlenmiş gibi hissediyordu. Küçük bir kız çocuğunun babasıyla yatmıştı; onun için mükemmel olan hatta belki izlediği tüm çizgi filmlerdeki kahramanlardan daha güçlü, daha güvenilir sandığı babası, annesini başka bir kadınla aldatmıştı. Bu kadının kendisi olduğunu bilmek utanç vericiydi. Adam için de üzülüyordu. Eşini aldatmıştı, hem de yalan söylemişti. İnsan birine bu kadar kolay yalan söyleyip nasıl onunla evli kalabiliyordu? Onun tanıdığı, sevdiği adam bunu yapabilecek karakterde miydi? Şimdiye kadar kızı gibi o da mı kahraman sanmıştı onu?... Düşündükçe daha çok delirecek gibi oluyordu. Nerede yanlış yaptığını farkındaydı, bu oyuna hiç başlamamalıydı. Kendisinin bu kadar allak bullak olup, mantıklı kararlar veremeyeceğini biliyordu başlarken de, ama her zaman güçlü olan durmasını bilen bir adam vardı karşısında, o niye durmamıştı bu safer.
Ne yapacaktı şimdi. Eve gittiğinde çoktan evi terk etmiş olacaktı adam, herhalde. Ama bir gece önce orada yaşananları aklından nasıl silecekti. Yazarken iyiydi yıllar önce bir anıyı yazıyormuş gibi yapmak, tarihe en son beraber uyudukları geceninkini düşmek. Adam bu yalana kendini alıştırabilir belki, evde onu bekleyen -gerçekten masum olan- bir kız çocuğu varken buna inanmaktan başka çaresi de yok zaten sanki ama kadın kaç kez hayalinde uyuduğu adamla yattığı yataktaki bu geceyi hiç olmamış gibi nasıl yapacaktı. Yok, en iyisi bu gece eve gitmemekti. O kadar zaman sonra verebildiği elle tutulur tek karar bu oldu. Kalktı kendine kalacak bir yer düşünmeye başladı, arkadaşlarına gidebilirdi ama o yalnız kalmayı tercih etti bir otele gitmeyi düşünüyordu fakat öncelikle resimleri yakmak için deniz kenarında bir yer bulacaktı oradan otele gidip uyumak, dinlenmek istiyordu. Bir daha uyanmaya gücü yeter miydi, bilmiyordu. Eskiden düşündüğünde özlediği, saygı duyduğu, mutlu olduğunu sandığı bir adam vardı. Şimdi dün gece yanında olan adam sevdiği,özlediği, bildiği adam ama bir yandan da evli olup başka bir kadının yanında gözünü açabilen adam... Hatta adamın üzgün, hayatından mutlu olmadığını bile düşünüyordu... Yaşadıklarından ne kadar mutlu olursa olsun; eskiye oranla daha çok canı yanıyordu, daha güçsüzdü ilk terk edilişinden. Bundan sonra nasıl nefes alacaktı... Bu olanlardan sonra kendi yüzüyle nasıl yüzleşecekti, sabah aynaya baktığını hatırlamıyordu. Mutlu uyanmıştı telefon çalıncaya kadar da öyleydi fakat o telefon hayal dünyasından çıkarmıştı onu, o da apar topar dışarı atmıştı kendini. Şimdi gerçek bir kadın olmuşken sevdiği adamla nasıl görünüyordu, toplumda yasak ilişki diye adlandırılan şeyi yaşamış bir kadın olarak, yaşadığı ilişkiyi sevdiklerinin gözüne içine bakarak değil kendine bile anlatamayan bir kadın olarak...
16 Şubat 2012 Perşembe
ÖÇ (0)
Hafta da bir genel temizlik yaptırıyordu işe başladığından beri. Eşyalarının yerlerini değiştirmeden yapılan bu temizlik hoşuna gidiyordu. Her şeyi temizleyen kadın acaba, bu eşyalara kimlerin dokunduğunu ya da bu kitapları kimlerin okuduğu falan merak etmiyor muydu? Bazı temizlik günleri uyandığında yatak çarşafının ne kadar buruşuk olduğunu fark edip hemen düzeltiyordu, temizlik için gelen kadın yalnız bir kadının bu yatakta neler yaptığını tahmin etmeye kalkmasın diye. Temizlik için her hafta aynı kişiyi çağırmak yerine bir temizlikçi şirketinden her hafta onun için çok fark etmeyen birini göndermelerini istiyordu. Her hafta aynı kişi gelirse onunla konuşmaya başladığında, onu tanıdığında işlerini yaptıramayacağını düşünüyordu. Biliyordu kendini, bu şekilde bile temizlik için gelen kadına elinden geldiğince yardım etmeye çalışıyordu bir de biraz yakınlaşsa hiç işini yapmasını istemezdi. İş veren olmayı bir türlü öğrenemeyen biriydi ya da ablasının değimiyle 'köylü gelmiş, köylü gidecekti'.
Her hafta aradığı şirketin artık numarası mı tanıdık geliyordu, yoksa arayan herkese için mi bilmiyor ama, 'haftalık promosyonlarımız var, siz her hafta tekrar tekrar aramayın biz düzenli olarak gönderelim, isterseniz temizliğinden memnun olduğunuz kişiyi gönderelim...' açıklamasını yapıyor olmasından .başka bir temizlikçi şirketini araması gerekiyordu ya da kendisi yapacaktı temizliği. İyi de olabilirdi uzun zamandır karıştırmadığı dolapları, kutuları, açmadığı defterleri vardı. İşe başladığından beri çok karıştırmadığı geldi aklına.
İşine yaramayan bir dolu eşya vardı evde; bir zamanlar çok değerli olan. Oturma odası ve mutfağı halletti önce. Onlardan öyle çok çer çöp çıkmadı. En çok çöp çalışma odasındaydı yılların birikimi vardı dolaplarda. Lise yıllarında daha bilgisayarlarla bu kadar haşır neşir olmadan deftere yazdığı günlüklerini buldu. Uzun yıllar yazmıştı; lisenin başından sonuna kadar iki defter, lisenin bitip üniversiteye hazırlık ve üniversitenin başlangıç zamanları bir defter. Lise yıllarında yazdıklarına göz gezdirdi önce, çocukça yazılmış yazılardı. Üniversitedekiler de bir şeylerin değiştiği, çocukluğun atıldığı belli oluyordu. O zaman ki sorunlarını, üzüntülerini, okudukça mutlu oluyordu. Unutmuştu temizliği falan hem ara da vermeliydi biraz. Sade bir kahve alıp devam etti karıştırmaya, aralara sıkıştırılmış kağıtlar vardı. Üniversiteye gidince defterini yanına götürmemişti fakat orada da duramayıp kağıtlara yazmıştı içini. Defterdeki yazılara göz gezdirdikten sonra, kağıtları okumaya başladı. Biliyordu bu kağıtlarda neler yazdığını, nasıl ilk heyecanını anlattığını ve okursa şu durumundan iyi olmayacağını... Okudu yazıları; ilk ne zaman aşık olmuştu, görür görmez aklına takılan ve bir daha ne yaşarsa yaşasın alamadığı o anın tadını ve onun ne zaman artık unuttum dese burnunu dolduran kokusunu.
Oda da oturmuş yıllar önce bitmiş, unutulmuş ilk aşkı için ağlıyordu. Gözlerinden akan yaşı silmiyordu inatla, kabullenmek istemiyordu bunu. Gözlerinden dudaklarının kenarına akan yaşlar ya boynunu izleyip üzerine damlıyor ya da kahvesinden aldığı her yudumda kahvesine karışıyordu. Yıllar önce evlendiğini duyduğu güne kadar; tenin kokusuna başka bir kadının kokusunun sindiğine, başka bir kadına sarıldığına, başka bir kadınla öpüşe bildiğine... inanmak bile istemiyordu.
Evlendiğini duyunca irkilmişti kendinden. Nasıl olurdu onu seven adam yeni birini sevebilirdi? Zorla mı evleniyordu? Hamile mi kalmıştı yoksa birlikte olduğu kişi? Hiç birinin olmadığını farkındaydı, adam sevmiş belki de aşık olmuştu. Bir gün adam eve işten dönerken elinde bıçakla adamı bekledi. Kalbine batıracaktı adamın. Ama nerede daha etkili olur diye düşünüyordu. Adam eve girerken zili çalacak, anahtarı olsa da içeride birinin olduğunu bildiğinden, tam o sırada arkasından seslenip karısının gözü önünde bıçağı kalbine batıracak. Bir gün elinde silah iş yerinin önünde vurmayı düşündü. Karısından uzak bir yerde öldürmeli onu diye düşündü hem böylece ölürken üzerine kapanıp ağlayan biri olmaz, yalnız ölür daha çok acı çeker. Bir gün evlerine hizmetçi olarak girip yiyeceklerine zehir katmayı falan düşündü... Kurduğu cinayet planları kendisine komik gelmeye başladı belirli bir süre sonra. Düşünmemeye başladı adamı aklının bir köşesinde o kadar çok öldürdü ki sonunda kendisi inanmıştı öldüğüne. Zamanla alışmıştı bu duruma hatta hayatına yeni birileri bile oldu.
Elinde tuttuğu kağıt parçalarında bıraktığı çocukluk heyecanını, sıkıntıdan oluşmuş hastalıkları için yuttu antidepresanları, uykusuz geçirdiği geceleri hatırladıkça söndürmeye çalıştığı hatta söndü sandığı intikam hırsı yeniden alevleniyordu. Yıllardır göz görmeyince gönlünden de uzaklaştığından eskiden olduğu gibi onu engelleyecek acıma duygusu da devreye girmiyordu. Hem bu sefer canını fiziksel olarak yakmak değildi istediği sadece öcünü alacaktı. Ne çirkin bir kelimeydi 'İntikam' fakat geç de olsa anlasın istiyordu, onun neler yaşadığını. Öyle çok acı çekmesin, sebepsiz yere terk edilsin yeterdi.
Teknoloji çağında iş telefonu bulmak, ona ulaşmak hiç de zor olmadı. Ayrıldıklarından beri birbirlerine çok yanlışları olmadığından iş bağlantısı gibi buluşma ayarlayıp, sonra da bundan eşinin haberi olmasını sağlayacak, sadece güzel giden evliliğini biraz bulandıracaktı. Birbirlerini gerçekten seviyorlarsa küçük bir ayrılıktan sonra kaldıkları yerden devam ederlerdi evliliklerine. Bu olayın sonun da ona ne olurdu onu da şimdiden düşünmek istemiyordu. Ama yaptıklarını gözünün içine baka baka o anlatacaktı adama...
Evlendiğini duyunca irkilmişti kendinden. Nasıl olurdu onu seven adam yeni birini sevebilirdi? Zorla mı evleniyordu? Hamile mi kalmıştı yoksa birlikte olduğu kişi? Hiç birinin olmadığını farkındaydı, adam sevmiş belki de aşık olmuştu. Bir gün adam eve işten dönerken elinde bıçakla adamı bekledi. Kalbine batıracaktı adamın. Ama nerede daha etkili olur diye düşünüyordu. Adam eve girerken zili çalacak, anahtarı olsa da içeride birinin olduğunu bildiğinden, tam o sırada arkasından seslenip karısının gözü önünde bıçağı kalbine batıracak. Bir gün elinde silah iş yerinin önünde vurmayı düşündü. Karısından uzak bir yerde öldürmeli onu diye düşündü hem böylece ölürken üzerine kapanıp ağlayan biri olmaz, yalnız ölür daha çok acı çeker. Bir gün evlerine hizmetçi olarak girip yiyeceklerine zehir katmayı falan düşündü... Kurduğu cinayet planları kendisine komik gelmeye başladı belirli bir süre sonra. Düşünmemeye başladı adamı aklının bir köşesinde o kadar çok öldürdü ki sonunda kendisi inanmıştı öldüğüne. Zamanla alışmıştı bu duruma hatta hayatına yeni birileri bile oldu.
Elinde tuttuğu kağıt parçalarında bıraktığı çocukluk heyecanını, sıkıntıdan oluşmuş hastalıkları için yuttu antidepresanları, uykusuz geçirdiği geceleri hatırladıkça söndürmeye çalıştığı hatta söndü sandığı intikam hırsı yeniden alevleniyordu. Yıllardır göz görmeyince gönlünden de uzaklaştığından eskiden olduğu gibi onu engelleyecek acıma duygusu da devreye girmiyordu. Hem bu sefer canını fiziksel olarak yakmak değildi istediği sadece öcünü alacaktı. Ne çirkin bir kelimeydi 'İntikam' fakat geç de olsa anlasın istiyordu, onun neler yaşadığını. Öyle çok acı çekmesin, sebepsiz yere terk edilsin yeterdi.
Teknoloji çağında iş telefonu bulmak, ona ulaşmak hiç de zor olmadı. Ayrıldıklarından beri birbirlerine çok yanlışları olmadığından iş bağlantısı gibi buluşma ayarlayıp, sonra da bundan eşinin haberi olmasını sağlayacak, sadece güzel giden evliliğini biraz bulandıracaktı. Birbirlerini gerçekten seviyorlarsa küçük bir ayrılıktan sonra kaldıkları yerden devam ederlerdi evliliklerine. Bu olayın sonun da ona ne olurdu onu da şimdiden düşünmek istemiyordu. Ama yaptıklarını gözünün içine baka baka o anlatacaktı adama...
13 Şubat 2012 Pazartesi
O VE ADAM
Yeni çıkan karıncalar için hoş geldin konuşmasından; 'Her zaman sessiz hareket eder, kimseyi rahatsız etmemeye özen gösteririz. Çok çalışır gibi görünüyoruz, öyleyiz de zaten ama çalışmayı sevdiğimizden değil bu. Diğer canlı türlerinin bizim hakkımızda en yanlış anladığı şey bu herhalde. Dünyaya gelirken yüzlerce, daha dünyaya gelen kardeşlerimiz ile birlikte tanıdık dünyayı hem de sadece bir dişi vardı bizim var olmamızı sağlayan. Görev dağılımında ona üreme düşmüş olduğunu anlarız büyüdükçe ve biliriz bizim de görevimiz vardır diğer büyüklerimiz gibi. Bir evde yüzlercemiz birlikte yaşarız ve yaşamak için yemek, ev kurmak, çoğalmak, yeni yerlere gitmek, yani çalışmak gerekir. Sizler de zamanla bunları anlayacak ve topluluğumuza uyacaksınız' diye anlatıyordu Dede, ilk tanıştıkları konuşmada . O ise çoktan düşünmeye başlamıştı bile en iyi nasıl olabilirdi. Herkesle birlikte gelmişti dünyaya ama onlardan daha farklı, daha çok başarılı olmalıydı.
Dede konuşurken yeni tanıştığı genç neslin üzerinde göz gezdiriyordu bir yandan, ilk konuşmalarda pür dikkat dinlenilmek isterdi. Ama illa ileri ki zamanlar da başına bela olacak, hayalperestler başka dünyalara uçarlardı. Onlardan biri takılmıştı gözüne, o konuştukça içinden bir şeyler geçirdiği hayal kurduğu kesindi.
Dede: 'Gençler ilk kural hayal gibi boş işlere ayıracak vaktimiz yok, bizler çalışırız sadece. Bunu bilin ve sakın boyunuzdan büyük işlere zaman harcamayın. Anlaşıldı mı?' dedi gözlerinin içine bakarak. Herkes gibi o da 'anlaşıldı' diyerek Dede' yi dinlemeye devam etti.
Dede: 'Bizim için en önemli alanlar yiyeceklerin toplu olduğu bölgeler...' Dede devamlı konuşuyordu o ise bir an önce bir şeyler yapmak istiyordu. Sonradan öğrenecekti bu bir sabır testi, işi özendirme konuşmasıydı. Yeni gelen nesle hep en olgun kişi yapardı bu konuşmayı. Konuşma biter bitmez herkes bir iş seçerdi kendine. O da seçmişti; yemek bulacaktı.
Bazen saatlerce geziyordu arkasında koku bırakarak büyük bir yemek bulursa hemen gruba haber verebilmek için. Genelde şeker ve ekmek kırıntısı bulabiliyordu taş duvarların arasından geçerek girdiği ve girince sıcaklıkla karşılaştığı alanlarda,o da öyle her gün değil haftanın bazı günleri.Güçlü-kuvvetli olduğundan yemek bulma işini en iyi yapanlardandı. İlk zamanlarda çalışırken çok konuştuğu için önyargılı davranan Dede, biraz daha yaşlanmış olduğundan, onu dinlemek için gençlerin arasına karışıyordu. Genelde yiyecek ararken sadece işlerine konsantre olurlardı, zaten bir çoğunun aklına başka bir şey gelmez, hayatlarından memnun işlerini yaparlardı. O ise her gittiği yere bir göz gezdirir ve diğer arkadaşları bilmese de her gün yeni bir yere gitmeye özen gösterirdi. Bir gün çok ilerledi yuvasından, o kadar ki tekrar yuvasına baktığında, taşıdığı kırıntılardan bile küçük görüyordu onu. Müthiş bir koku çekiyordu oraya onu.
İçeriye girdi insan denilen canlı türlerinin yaşam alanıydı burası. İnsanların çok akıllı olduklarını söylüyordu ondan daha yaşlılar.O çok iyi tanımıyor bu yüzden de bir türlü anlayamıyordu onları; bazı insan türleri onları görünce sevinip 'bereket, elleme' diyordu, bazıları 'çığlık atıp kaçıyorlardı', bazıları 'ellerin de ne varsa yapıştırıyorlardı üzerilerine' bazıları ki en berbat olanları 'bir boru ile bir şeyin içine hapsediyorlardı onları'. Ve bazıları 'hiç umursamayanlar' yani o öyle zannediyordu o güne kadar.
İçeride insan türünün doğurgan olmayanı yalnız oturuyordu ki bu onun için büyük bir avantajdı. Bu türün doğurgan olanları arasında tüm canlılar için zehirli olan maddeleri, bir tek karınca için kullanabilecek derece de manyaktı. Bir çok türün doğurgan olmayanlarını, kendine hep daha yakın hissetmişti zaten, rahat canlılardı. İçeriden değişik kokular geliyordu burnuna, çok yorulmuş, açıkmıştı da. Yuvasına geri dönmeden burada bir şeyler atıştırmalıydı. İçeri gireceği yer insan türünün genelde yemek yediği alan, mutfaktı bu yüzden yiyecek bir şeyler bulacağına emindi ama bazen hiç güvenli olmuyordu böyle insanların kullandığı alanlar bu yüzden temkinli olmalı ve mutfak boşalınca girmeliydi.
İçeriye girdi, etrafa göz gezdirdi. Az önce mutfakta olan adam onların neredeyse bir kışlık yiyeceğini eline almış parlak, düz, üzerinde şekiller olan bir yere bakıp sonra elindekinden bir ısırık alıp, aldığı ısırıkla günlerce doyarlar, o parlak yerin önünü parmaklarıyla dövüyor. Daha sonra bakmaya devam ediyor ve hep aynı şeyleri tekrarlayıp dururken de bir yandan yemeğini yiyordu. Dede' nin dedikleri geliyordu aklına 'en çalışkan bizi bilirler canlılar arasında' demişti fakat insanlar yemek yerken bile bir şeyler yapıyor, yemeklerini bile rahat yemeye fırsatları yok demek ki diye geçiriyordu aklından ve yemek deyince çok acıktığını hatırlıyordu. Hiç aramasına gerek kalmadı yiyeceğini zaten, sağolsun bu adam yemeğini hazırlarken ganimet bırakmıştı ona.
Yemeğini yeyip kendine geldikten sonra onu buraya sürükleyen kokuyu baskın şekilde duymaya başladı yine. Adama şöyle bir göz attı, hala çalışıyordu demek ki rahat rahat arayabilirdi bu güzel kokulu yiyeceği. Adamın kendine yemek hazırladığı bölümden indi kokunun geldiği tarafa yöneldi, camın kenarında bulunan düzlükte, kocaman bir arı. Öleli çok olmamış, etinde ki protein tüm yuvaya yeter.
'Bizim için yemek bulmak değil sorun olan, onu yuvaya taşımaktır' demişti Dede zamanın birinde ve şimdi anlıyordu çok haklıydı. Arıyı iterek aşağıya düşürse çıkışa kadar taşıyabilirdi anca, belki oraya kadar bile taşıyamazdı çok büyüktü çünkü. Kendince arıyı taşımak için yollar arıyordu ki arkadaşlarının ayak seslerini duydu. Onun geride bıraktığı kokuyu takip etmişlerdi. Normalde arkasından onlar gelmede o yuvaya yiyecekleri taşımaya başlamış olurdu fakat bulduğu bu dev yiyeceği hep beraber bile zor taşırlardı. Yukarıya çıktıkça onlarda yiyeceğin kokusunu alıyorlardı tabii. Onları geri çevirmeliydi. hemen yola koyuldu eli boş.
Evin girişine gelmeden çıktı karşılarına, anlattı durumu. Aralarından biri 'yalnızken bile nasıl taşırım diye düşünmüşsün bir de hep beraberken deneyelim ne kaybederiz' dedi. Haklıydı ve geri dönmeye hiç niyetleri yoktu ama çok da heveslendirmemek için yeni bir çözüm buldu 'İçeride bir yığın kırıntı var eğer arıyı taşıyamazsak herkes taşıyabildiği kadar kırıntı götürür yuvaya' dedi. Böylece arkadaşlarının ve daha küçük işçilerin boş yere güçlerini kullanmalarını önleyebileceğini düşündü.
Arıyı gören her işçi çok hevesleniyordu onu yuvaya götürmeye. Arıyı ilk görüp onların buraya gelmesini sağladığı için işin komutası ondaydı. Bazıları arıyı aşağıya itecek, bir kısmı onu kapıya kadar sürecek, dışarıya çıkarmada son kısım ki işin en zor kısmı kaldırıp yüksekliği aşmaları gerekecekti. Bundan sonraki kısımlar kolay sürüyüp, balkonlarda suyun akması için yapılan yerden boşluğa bırakacaklardı.
İlk aşağı atma işi gerçekleşti, sevinç çığlıkları koptu. Hemen aşağıdaki diğer çalışanlar kapıya doğru itmeye başladılar zordu ama yinede hareket ediyordu arı. Bu işleri yaparken mutfak denilen alanda çalıştıklarından yiyecek bulmakta zor olmuyordu, güçsüz kaldıklarında ama kimse arıdan bir ısırık bile almıyordu. Yuvaya bu arıyı bütün götürdüklerinde onları bekleyen bakışları hayal ettikçe daha çok hırslanıyorlardı. Çok zaman geçti, her seferinde arıyı kaldırabildiklerini zannediyorlardı fakat, boş çaba harcıyorlardı, çok yüksekti çıkış; tam üç kişinin boyu kadar. Ama hiç kimse vazgeçmiyordu, bir işçi olmayacak bu dese bıraksa belki diğerleri de arkasından bırakacaktı. O da susuyordu, bu kadar zaman uğraştıkları yemeği burada bırakmak içine sinmiyordu ama çare de yoktu işte. Arı onlara göre çok büyüktü. Dede genelde olduğu gibi yine haklı çıkmıştı, yemeği bulmak değildi kahraman olabilmek.
Onlar arı ile uğraşırken adam yerinden kalkmış, fark etmemiş. Nerede olabilirdi? Arkadaşlarını ve onu görmüş müydü? Yoksa o borulu, çok sesli aleti mi almaya gitmişti? Çok kişi hayatını kaybediyormuş o aletin içine girerken ama içine girince canlı kalabilmek de hiç zor değilmiş, yiyecek bolmuş içinde. Hatta dayanabilirsen tekrar toprağa ayak basa biliyormuşsun ki bu hikayeyi evine geri dönen biri anlatmış onlara. Adam kıyafetlerini toplayarak geldiğine göre ihtiyaçtan kalkmış ayağa, yoksa çok işi var zaten saatlerdir ekranın önünde. Ama şimdi ekrana doğru değil mutfağa doğru geliyormuş onları görmemesi de imkansızmış. Kokuyu duyan genç işçiler de geldiğinden çok kalabalık olmuşlardı. Hep doğurgan olan insan nesline laf atar, sonunun onların aşırı titizliğinden olacağını düşünürdü fakat şimdi bir adam onlara bakıyormuş. Kocaman, ince, uzun bir şey tutuyormuş elinde sonra ondan daha büyük ve kalın olanından su doldurmuş içine. O anda boğularak ölmek hiç düşünmemiştim diye geçirmiş içinden. Arkadaşları kendilerini kaptırmış hala arıyı kaldırmaya çalışıyormuş o da hiç ses etmiyormuş onlara. Ne gereği var ki birazdan belki boğulacağız dese kaçı kurtulabilirdi ki diye geçirmiş aklından. Bunları düşünürken arkadaşlarına dönmüş, boğulmadan önceki son anı bilmek istemiyormuş. Beklemekten sıkılınca adama dönmüş yine, bir de ne görsün adam dikmiş bardağı ağzına içiyormuş suyu. İnsan oğlunu anlamak çok zor ne olacak şimdi? Onları boğarak öldürmeyecekse ne yapacak, zehir kokusu falan da yok. Adam öylece dikiliyormuş, çalışan arkadaşlarını izlediğinden eminmiş o. Adam yeni bir plan yapmadan hem onların da canını bağışlamışken buradan herkesi götürmenin en iyisi olacağını düşünmüş ve arkadaşlarına seslenecekken çok geç kaldığını anlamış. Adam harekete geçmiş, onlara doğru geliyormuş, en acımasız hareket olan insan şekli hepsini ezecek. Arkadaşları üzerine düşen gölgeyi fark etmiş kaçışıyorlardı bazıları, ama insanlar çok büyükler bu yüzden öyle kararlarından kaçmak mümkün değilmiş.
Derin bir sessizlik oluyor önce, sonra soluk alabildiklerini fark etmişler. Hayattalar ve adamın gölgesi üzerilerinde değilmiş sonra dışarıdan sesleri gelmiş bazılarının 'buradayız, iyiyiz ve arı yanımızda, bir itişte onu dışarı atmayı becerdik' Olayın farkında olanlar kahkahayı basmışlar. İçeridekiler dışarıdakilere insan türünün onlara olan yardımını anlatıyormuş. Anlık sevinçten sonra yine işe koyulup ziyafeti evlerine taşımaya koyulmuşlar. Yuvaya sapa sağlam götürdükleri arının hikayesi, genelde kendisinden başka hiçbir türü düşünmeyen insanoğlunun hala bencil olmamış olanlarının da varlığı hikayesinin gerisinde kalmış kulaktan kulağa anlatılmış, tabii bir de bu işin asıl kahramanı olarak hep o gösteriliyormuş. O yalnız olmadığının farkındaymış bu kahramanlıkta; arkadaşlarının, orada çalışan küçüklerin ve en önemlisi adamın da payı varmış. Fakat yine de konuşmalarda adının geçmesi hoşuna da gitmiş.
Şimdiye kadar ki çalışkanlığının fark edilmesi, taktir edilmesi güzelmiş ama bunu adama borçlu olduğunu unutamıyormuş. Arkadaşları her konuşmalarında adamdan bahseder olmuşlar. Ölü bir arının o türe çok yararı olmaz bunu biliyorlarmış ama yinede adama borçlu hissediyorlarmış kendilerini. Dede anlamış onların konuşmalarından, borçlarından dolayı rahatsız olduklarını ve anlatmaya başlamış; 'Eskiden insan türü bencil, çıkarcı değilmiş. şimdilerde karıncalar bereket diyorlar ama değil, şimdi yiyecek aramaya gireriz her yere. O zamanlar yiyeceklerini saklamaz, fazla olanını paylaşırmış insanoğlu. İşte o zamanlarda ki neslimizin, boş vakitleri olurmuş bu sebepten. Tabii yapacak çok şey de bilmediklerinden bizimle yemeklerini paylaşan bu insanlara dua eder, onların yanında kalırlarmış. Böylece ne kadar çok bizden varsa evde o kadar bereket oluyor gibi gözüküyormuş. Bizde bu yüzden bereketin simgesi olmuşuz. Şimdi anlıyorum ki karşılaştığınız adamın mayası eskilerden, ve yapabileceğiniz şey her nefesinizde onun da yiyeceğinin bollaşması için dua etmek, borcunuzu da ödemiş olursunuz böylece bir parça belki' demiş yorgunluktan uyuya kalmış.
Bir çoğu gibi adamla yaşananlardan sonra onunda gözüne uyku girmemiş. Herkes Dede nin etkisiyle dua ediyormuş adama. O da ediyormuş ama yiyecek bereketi için değil parlak, devamlı baktığı işi için, her şey yolunda gitsin, işinde vazgeçilmez olsun diye.
Dede konuşurken yeni tanıştığı genç neslin üzerinde göz gezdiriyordu bir yandan, ilk konuşmalarda pür dikkat dinlenilmek isterdi. Ama illa ileri ki zamanlar da başına bela olacak, hayalperestler başka dünyalara uçarlardı. Onlardan biri takılmıştı gözüne, o konuştukça içinden bir şeyler geçirdiği hayal kurduğu kesindi.
Dede: 'Gençler ilk kural hayal gibi boş işlere ayıracak vaktimiz yok, bizler çalışırız sadece. Bunu bilin ve sakın boyunuzdan büyük işlere zaman harcamayın. Anlaşıldı mı?' dedi gözlerinin içine bakarak. Herkes gibi o da 'anlaşıldı' diyerek Dede' yi dinlemeye devam etti.
Dede: 'Bizim için en önemli alanlar yiyeceklerin toplu olduğu bölgeler...' Dede devamlı konuşuyordu o ise bir an önce bir şeyler yapmak istiyordu. Sonradan öğrenecekti bu bir sabır testi, işi özendirme konuşmasıydı. Yeni gelen nesle hep en olgun kişi yapardı bu konuşmayı. Konuşma biter bitmez herkes bir iş seçerdi kendine. O da seçmişti; yemek bulacaktı.
Bazen saatlerce geziyordu arkasında koku bırakarak büyük bir yemek bulursa hemen gruba haber verebilmek için. Genelde şeker ve ekmek kırıntısı bulabiliyordu taş duvarların arasından geçerek girdiği ve girince sıcaklıkla karşılaştığı alanlarda,o da öyle her gün değil haftanın bazı günleri.Güçlü-kuvvetli olduğundan yemek bulma işini en iyi yapanlardandı. İlk zamanlarda çalışırken çok konuştuğu için önyargılı davranan Dede, biraz daha yaşlanmış olduğundan, onu dinlemek için gençlerin arasına karışıyordu. Genelde yiyecek ararken sadece işlerine konsantre olurlardı, zaten bir çoğunun aklına başka bir şey gelmez, hayatlarından memnun işlerini yaparlardı. O ise her gittiği yere bir göz gezdirir ve diğer arkadaşları bilmese de her gün yeni bir yere gitmeye özen gösterirdi. Bir gün çok ilerledi yuvasından, o kadar ki tekrar yuvasına baktığında, taşıdığı kırıntılardan bile küçük görüyordu onu. Müthiş bir koku çekiyordu oraya onu.
İçeriye girdi insan denilen canlı türlerinin yaşam alanıydı burası. İnsanların çok akıllı olduklarını söylüyordu ondan daha yaşlılar.O çok iyi tanımıyor bu yüzden de bir türlü anlayamıyordu onları; bazı insan türleri onları görünce sevinip 'bereket, elleme' diyordu, bazıları 'çığlık atıp kaçıyorlardı', bazıları 'ellerin de ne varsa yapıştırıyorlardı üzerilerine' bazıları ki en berbat olanları 'bir boru ile bir şeyin içine hapsediyorlardı onları'. Ve bazıları 'hiç umursamayanlar' yani o öyle zannediyordu o güne kadar.
İçeride insan türünün doğurgan olmayanı yalnız oturuyordu ki bu onun için büyük bir avantajdı. Bu türün doğurgan olanları arasında tüm canlılar için zehirli olan maddeleri, bir tek karınca için kullanabilecek derece de manyaktı. Bir çok türün doğurgan olmayanlarını, kendine hep daha yakın hissetmişti zaten, rahat canlılardı. İçeriden değişik kokular geliyordu burnuna, çok yorulmuş, açıkmıştı da. Yuvasına geri dönmeden burada bir şeyler atıştırmalıydı. İçeri gireceği yer insan türünün genelde yemek yediği alan, mutfaktı bu yüzden yiyecek bir şeyler bulacağına emindi ama bazen hiç güvenli olmuyordu böyle insanların kullandığı alanlar bu yüzden temkinli olmalı ve mutfak boşalınca girmeliydi.
İçeriye girdi, etrafa göz gezdirdi. Az önce mutfakta olan adam onların neredeyse bir kışlık yiyeceğini eline almış parlak, düz, üzerinde şekiller olan bir yere bakıp sonra elindekinden bir ısırık alıp, aldığı ısırıkla günlerce doyarlar, o parlak yerin önünü parmaklarıyla dövüyor. Daha sonra bakmaya devam ediyor ve hep aynı şeyleri tekrarlayıp dururken de bir yandan yemeğini yiyordu. Dede' nin dedikleri geliyordu aklına 'en çalışkan bizi bilirler canlılar arasında' demişti fakat insanlar yemek yerken bile bir şeyler yapıyor, yemeklerini bile rahat yemeye fırsatları yok demek ki diye geçiriyordu aklından ve yemek deyince çok acıktığını hatırlıyordu. Hiç aramasına gerek kalmadı yiyeceğini zaten, sağolsun bu adam yemeğini hazırlarken ganimet bırakmıştı ona.
Yemeğini yeyip kendine geldikten sonra onu buraya sürükleyen kokuyu baskın şekilde duymaya başladı yine. Adama şöyle bir göz attı, hala çalışıyordu demek ki rahat rahat arayabilirdi bu güzel kokulu yiyeceği. Adamın kendine yemek hazırladığı bölümden indi kokunun geldiği tarafa yöneldi, camın kenarında bulunan düzlükte, kocaman bir arı. Öleli çok olmamış, etinde ki protein tüm yuvaya yeter.
'Bizim için yemek bulmak değil sorun olan, onu yuvaya taşımaktır' demişti Dede zamanın birinde ve şimdi anlıyordu çok haklıydı. Arıyı iterek aşağıya düşürse çıkışa kadar taşıyabilirdi anca, belki oraya kadar bile taşıyamazdı çok büyüktü çünkü. Kendince arıyı taşımak için yollar arıyordu ki arkadaşlarının ayak seslerini duydu. Onun geride bıraktığı kokuyu takip etmişlerdi. Normalde arkasından onlar gelmede o yuvaya yiyecekleri taşımaya başlamış olurdu fakat bulduğu bu dev yiyeceği hep beraber bile zor taşırlardı. Yukarıya çıktıkça onlarda yiyeceğin kokusunu alıyorlardı tabii. Onları geri çevirmeliydi. hemen yola koyuldu eli boş.
Evin girişine gelmeden çıktı karşılarına, anlattı durumu. Aralarından biri 'yalnızken bile nasıl taşırım diye düşünmüşsün bir de hep beraberken deneyelim ne kaybederiz' dedi. Haklıydı ve geri dönmeye hiç niyetleri yoktu ama çok da heveslendirmemek için yeni bir çözüm buldu 'İçeride bir yığın kırıntı var eğer arıyı taşıyamazsak herkes taşıyabildiği kadar kırıntı götürür yuvaya' dedi. Böylece arkadaşlarının ve daha küçük işçilerin boş yere güçlerini kullanmalarını önleyebileceğini düşündü.
Arıyı gören her işçi çok hevesleniyordu onu yuvaya götürmeye. Arıyı ilk görüp onların buraya gelmesini sağladığı için işin komutası ondaydı. Bazıları arıyı aşağıya itecek, bir kısmı onu kapıya kadar sürecek, dışarıya çıkarmada son kısım ki işin en zor kısmı kaldırıp yüksekliği aşmaları gerekecekti. Bundan sonraki kısımlar kolay sürüyüp, balkonlarda suyun akması için yapılan yerden boşluğa bırakacaklardı.
İlk aşağı atma işi gerçekleşti, sevinç çığlıkları koptu. Hemen aşağıdaki diğer çalışanlar kapıya doğru itmeye başladılar zordu ama yinede hareket ediyordu arı. Bu işleri yaparken mutfak denilen alanda çalıştıklarından yiyecek bulmakta zor olmuyordu, güçsüz kaldıklarında ama kimse arıdan bir ısırık bile almıyordu. Yuvaya bu arıyı bütün götürdüklerinde onları bekleyen bakışları hayal ettikçe daha çok hırslanıyorlardı. Çok zaman geçti, her seferinde arıyı kaldırabildiklerini zannediyorlardı fakat, boş çaba harcıyorlardı, çok yüksekti çıkış; tam üç kişinin boyu kadar. Ama hiç kimse vazgeçmiyordu, bir işçi olmayacak bu dese bıraksa belki diğerleri de arkasından bırakacaktı. O da susuyordu, bu kadar zaman uğraştıkları yemeği burada bırakmak içine sinmiyordu ama çare de yoktu işte. Arı onlara göre çok büyüktü. Dede genelde olduğu gibi yine haklı çıkmıştı, yemeği bulmak değildi kahraman olabilmek.
Onlar arı ile uğraşırken adam yerinden kalkmış, fark etmemiş. Nerede olabilirdi? Arkadaşlarını ve onu görmüş müydü? Yoksa o borulu, çok sesli aleti mi almaya gitmişti? Çok kişi hayatını kaybediyormuş o aletin içine girerken ama içine girince canlı kalabilmek de hiç zor değilmiş, yiyecek bolmuş içinde. Hatta dayanabilirsen tekrar toprağa ayak basa biliyormuşsun ki bu hikayeyi evine geri dönen biri anlatmış onlara. Adam kıyafetlerini toplayarak geldiğine göre ihtiyaçtan kalkmış ayağa, yoksa çok işi var zaten saatlerdir ekranın önünde. Ama şimdi ekrana doğru değil mutfağa doğru geliyormuş onları görmemesi de imkansızmış. Kokuyu duyan genç işçiler de geldiğinden çok kalabalık olmuşlardı. Hep doğurgan olan insan nesline laf atar, sonunun onların aşırı titizliğinden olacağını düşünürdü fakat şimdi bir adam onlara bakıyormuş. Kocaman, ince, uzun bir şey tutuyormuş elinde sonra ondan daha büyük ve kalın olanından su doldurmuş içine. O anda boğularak ölmek hiç düşünmemiştim diye geçirmiş içinden. Arkadaşları kendilerini kaptırmış hala arıyı kaldırmaya çalışıyormuş o da hiç ses etmiyormuş onlara. Ne gereği var ki birazdan belki boğulacağız dese kaçı kurtulabilirdi ki diye geçirmiş aklından. Bunları düşünürken arkadaşlarına dönmüş, boğulmadan önceki son anı bilmek istemiyormuş. Beklemekten sıkılınca adama dönmüş yine, bir de ne görsün adam dikmiş bardağı ağzına içiyormuş suyu. İnsan oğlunu anlamak çok zor ne olacak şimdi? Onları boğarak öldürmeyecekse ne yapacak, zehir kokusu falan da yok. Adam öylece dikiliyormuş, çalışan arkadaşlarını izlediğinden eminmiş o. Adam yeni bir plan yapmadan hem onların da canını bağışlamışken buradan herkesi götürmenin en iyisi olacağını düşünmüş ve arkadaşlarına seslenecekken çok geç kaldığını anlamış. Adam harekete geçmiş, onlara doğru geliyormuş, en acımasız hareket olan insan şekli hepsini ezecek. Arkadaşları üzerine düşen gölgeyi fark etmiş kaçışıyorlardı bazıları, ama insanlar çok büyükler bu yüzden öyle kararlarından kaçmak mümkün değilmiş.
Derin bir sessizlik oluyor önce, sonra soluk alabildiklerini fark etmişler. Hayattalar ve adamın gölgesi üzerilerinde değilmiş sonra dışarıdan sesleri gelmiş bazılarının 'buradayız, iyiyiz ve arı yanımızda, bir itişte onu dışarı atmayı becerdik' Olayın farkında olanlar kahkahayı basmışlar. İçeridekiler dışarıdakilere insan türünün onlara olan yardımını anlatıyormuş. Anlık sevinçten sonra yine işe koyulup ziyafeti evlerine taşımaya koyulmuşlar. Yuvaya sapa sağlam götürdükleri arının hikayesi, genelde kendisinden başka hiçbir türü düşünmeyen insanoğlunun hala bencil olmamış olanlarının da varlığı hikayesinin gerisinde kalmış kulaktan kulağa anlatılmış, tabii bir de bu işin asıl kahramanı olarak hep o gösteriliyormuş. O yalnız olmadığının farkındaymış bu kahramanlıkta; arkadaşlarının, orada çalışan küçüklerin ve en önemlisi adamın da payı varmış. Fakat yine de konuşmalarda adının geçmesi hoşuna da gitmiş.
Şimdiye kadar ki çalışkanlığının fark edilmesi, taktir edilmesi güzelmiş ama bunu adama borçlu olduğunu unutamıyormuş. Arkadaşları her konuşmalarında adamdan bahseder olmuşlar. Ölü bir arının o türe çok yararı olmaz bunu biliyorlarmış ama yinede adama borçlu hissediyorlarmış kendilerini. Dede anlamış onların konuşmalarından, borçlarından dolayı rahatsız olduklarını ve anlatmaya başlamış; 'Eskiden insan türü bencil, çıkarcı değilmiş. şimdilerde karıncalar bereket diyorlar ama değil, şimdi yiyecek aramaya gireriz her yere. O zamanlar yiyeceklerini saklamaz, fazla olanını paylaşırmış insanoğlu. İşte o zamanlarda ki neslimizin, boş vakitleri olurmuş bu sebepten. Tabii yapacak çok şey de bilmediklerinden bizimle yemeklerini paylaşan bu insanlara dua eder, onların yanında kalırlarmış. Böylece ne kadar çok bizden varsa evde o kadar bereket oluyor gibi gözüküyormuş. Bizde bu yüzden bereketin simgesi olmuşuz. Şimdi anlıyorum ki karşılaştığınız adamın mayası eskilerden, ve yapabileceğiniz şey her nefesinizde onun da yiyeceğinin bollaşması için dua etmek, borcunuzu da ödemiş olursunuz böylece bir parça belki' demiş yorgunluktan uyuya kalmış.
Bir çoğu gibi adamla yaşananlardan sonra onunda gözüne uyku girmemiş. Herkes Dede nin etkisiyle dua ediyormuş adama. O da ediyormuş ama yiyecek bereketi için değil parlak, devamlı baktığı işi için, her şey yolunda gitsin, işinde vazgeçilmez olsun diye.
9 Şubat 2012 Perşembe
HAYALİYDİ...(DEVAMI)
Bir pazar gezisini daha bitirmek, her zaman olduğu gibi veda etmek yerine sadece çıkıp gitmek için ayağa kalkıyordu ki annesinin ve babasının ne kadar uzun süredir sustuklarını fark etti. Ne zamandan beri sessizliği paylaşa biliyordu onlarla, ne zaman onun durumunu kabullenmişlerdi, ne zamandan beri şikayet etmiyorlardı... Ona bakmıyorlardı ikisi de dönmüş televizyon izliyorlardı genelde yaptıkları gibi. Annesi, iki üç hal hatır sorduktan sonra, o gelecek diye biraz geciktirilmiş, onlar için kahvaltı sonrası neredeyse vazgeçilmez olmuş olan, türk kahvesi yapmış, birlikte içmişlerdi. Kirli fincanlar sehpanın üzerinde kalmış olağan günleriymiş gibi davranıyorlardı; sanki pazar değilmiş, o orada değilmiş. Bunları düşünüyordu ama uzun süredir hiç pazardan başka bir gün gelmemişti bu eve. Ama biliyordu işte, tanıyordu anne-babasını. Televizyon kanallarında ona çekilmez gelen her programı izlemelerini, anlaşamadıkları kanallarda birbirlerine laf atmalarını, her seferinde babası galip gelecekken nasıl oluyorsa annesinin istediğin kanalı izlemek zorunda kaldıklarını... Bu kadınların zaferini hiç anlamadı, hoş anlamaya da çalışmadı ya neyse. Annesi farklıydı ya da ona diğer kadınlarda farklıymış gibi gelirdi hep, çocukluğundan beri imrenmişti onun babasına karşı olan sadakatini, babasını sırf bu yüzden kıskanıyordu. Öylece düşünürken babasını daha az tanıdığını fark etti. Nasıl bir adamdı? Seçimlerini yaparken sadece yol göstermişti babası ona, asla zorlamamıştı. Hatta en son üniversiteyi bıraktığında en çok üzülenlerden biri olmasına rağmen en erken o vazgeçmişti onu yargılamaktan fakat bakışları, sessizliği canını acıtmıştı. Biliyordu küçüklüğünden beri babası güvenmişti ona okul başarısı konusunda, bu yüzden en çok onu hayal kırıklığına uğrattı okulu bıraktığında, oysa annesi tekrarlardı hayal kırıklığına uğradığını. Şimdi ikisi de oturmuş bir kanalın sabah kuşağında birbiri ile evlenme ihtimali olan iki kişinin birbirine yakışıp yakışmadığını tartışıyorlardı, hem de baya baya birbirlerini eleştirerek. Hiç bozmadan durumlarını kalkıp gitmek istedi.
Uzun süre öyle dinledi onları, kendisini fark etmediklerini düşünüyordu. Bir hafta da bir kere görüşünce unutuluyordu herhalde insan. Hiç mi gelmemeliydi artık? Bunları düşünürken annesi dönüp 'Oğlum sence de haklı değil miyim, oğlan hem üniversite mezunu hem de yakışıklı olur mu lise mezunu kıza?' Öylece kaldı. annesinin bu okul merakı eskiden beri vardı, her şey dengi dengine derdi; Okulun adı bile önemliydi, iyi okullardan mezun olanlar iyi okullardan mezun olanlarla arkadaş olacak. Böyle olunca da üniversite okumuş bir erkekle liseli kız olmazdı tabii. Babası ise erkeğin tahsilinin yüksek olmasını kötü bir durum olarak değil hatta evlilikte iyi bile olabileceğini savunuyordu. Şimdi dönüp annesine 'Anne insanları etiketlendirme, herkes kendi tercihlerini yaparken çok şanslı olmayabilir, bazen senin düşük seviyeli diye düşündüklerinden de çok şey öğrenebilirsin... dese annesi çok üzülecekti. Ve daha önce annesini buna benzer konulardan defalarca üzdüğünü bilse bile bugün yapmak istemiyordu.
Babası daha küskündü sanki, cevap bile beklemedi ondan. Annesine dönüp 'Çocuk programı izlemiyor ne soruyorsun ona' deyip eşinin üzüldüğünü görünce 'sen kızı neden beğenmedim, güzel kız işte hem çocuk eşinin çalışmasını istemiyor, bunlar iyi bence evlensinler' diyerek kıymetlisinin dikkatini televizyona çekmeye çalışıyordu. Nasıl bu kadar kıymetli olmuştu annesi babası için acaba?
Annesinin sorusuyla anladı o hep, o evdeydi. Hiç gitmemiş gibi. İlk zamanlarda sadece uzaklaşmasına kızdıkları için tepkiliydiler ona ama şimdi alışmışlardı. Eskiden olduğu gibi muhabbete karışırsa tüm buzlar eriyecek miydi? Denemeye değerdi; 'Bence bu çocuk bu kızla evlenmeli anne. Bir kere adam olmuş 35 işi var, evi var, bulamamış da dışarıdan birini. Çalışan bayanları evinin kadını olamayacak sanıyordur bu.'... Bu kadar etkili olabileceğini düşünmemişti, annesi ve babası ile konuşabiliyordu. Tamam konuştukları konu hiçbirini ilgilendirmiyordu belki ama yinede uzun zaman sonra çok güzeldi.
Bir ara annesi kalkmış, fincanları toplamış, meyve getirmiş, hep beraber yemişler. bu aralarda mutfağa girip çıkarken akşam yemeği yapmış. Yıllar önce olduğu gibi... Saat akşam yemeği saatine gelmiş masayı mutfakta hazırlamış annesi.
'Haydi yemeğe' diye bir ses yıllar öncesinin sesi 'Hep haber saatini nasıl da biliyor, gördün mü?' Yıllar öncesinin şikayeti. Mutfağa geçiliyor babası en dibe, annesi ocağa yakın ve onun yeri yine aynı yer; anne- babasına eşit mesafe. Hiçbir şey değişmemiş. Yemek yerken sessizlik oluyor ve uzun süre sonra ilk kez sessizlikten korkuyor. Fakat hatırlıyor sonra her zaman ki sessizlik bu. çocukluğunu değişmeyen kuralı, yemek yerken konuşulmaz.
Yemeğin sonlarına doğru hatırlıyor pazar da olsa gitmek zorunda olduğu bir işi olduğunu ve neredeyse ilk kez gitmek istemiyor işe. Aslında işine gitmemek değil istediği tekrar dönebilmek bu eve, evine...
Annesi nasılsa anlıyor bakışlarından bir şeylerin ters gittiğini içinde 'Bir şey mi aradın oğlum' diyor. 'yok, hayır her şey aynı yerde zaten' diye geveliyor ve bozuluyor büyü. O ana kadar sanki hiç gitmemiş gibi davranırken hepsi, annesinin gözleri dolu veriyor. 'Aynı, bıraktığın gibi...'diyebiliyor sadece. Babası tamamlıyor söylemek istediklerini, sanki çalışılmış gibi çıkıyor kelimeler ağızlarından 'odan da aynı, yatağın falan. Anahtarı da değiştirmedik hani biz evde yokken ya da geç falan gelirsen işinden dolayı, öyle her zaman değil arada canın falan ister diye...' Babasının da gözlerinden yaşlar akıyordu. Ama tamamlanmıştı sözler. 'Tamam, ben o zaman işime gideyim, bittiğinde evimdeyim'.diyerek çıktı evden.
Arabasına binmeden onunda döküldü gözünden yaşlar. Uzun zamandır ilk kez ayıkken ağlıyordu hem de gerçekten mutluydu. Babasının 'işine' dediği kulaklarından hiç gitmiyordu. Çok uzun zamandır barındığı sadece kendi çığlıklarını duyduğu çatı katını seviyordu ama bu evdi onun evi.
Hayali, şimdi gerçek olmuştu. İstediği bir iş ve onu yargılamayan bir ailesi vardı. Artık daha başarılı olabilirdi ve artık sigarayı azaltmalıydı.Yaşaması için çok sebebi vardı; onun yanında olan, onunla övünen, yaptığı işi yargılamayan, onun gerçekten mutlu olmasını isteyen... bir ailesi vardı.
2 Şubat 2012 Perşembe
BİR KADININ CİNNETİ
Sıradan bir güne sıradan başlamak alışkanlık olmuştu onda. O alıştıkça bu duruma etrafındakiler de alıştı. Her sabah uyanıyordu, uyanmak değildi tabi onunki yaklaşık iki yıldır, yani kızı doğduğundan beri neredeyse hiç uyumuyordu. Aslında daha eskilere dönmek gerekiyordu, yaklaşık 5 yıl kadar önce okul bitmiş, mesleğini eline almış baba evine geri dönmüştü. Hayatta, hemcinslerinden bir sıfır öne geçmiş hissediyordu kendini. Öğretmen olmuştu hem de kız meslek liselerinde eğitim verecekti. Nasıl bir zamanlar onu, okuması için yönlendiren öğretmenleri olmuştu o da birçok öğrencisine bunu aşılayacaktı. Bir kadın olarak kendi ihtiyaçlarını kendi alacak, ileride çocukları olduğunda eşine muhtaç olmadan da onların isteklerine cevap verebilecekti.
Okul bittiğinde kpss yi hemen kazanamadı birçok arkadaşı gibi, bir yılı evinde geçirmesi gerekiyordu. 4 yıl önce üniversite için çıktığı ve sadece tatillerde misafir gibi geldiği evde yaşayacaktı. Başlarda kendi evi olduğunu sanıyordu; zamanla, kurallarını artık tam olarak kabullenemediği barınak haline geldiğini kabullendi. Kaldı ki anne babası da her an gidecekmiş gibi davranıyorlardı ona. Odasını kardeşine göre düzenlemişlerdi, eşyaları için yeni yerler açmak yerine her an gidecekmiş gibi toplu durmasına özen gösteriyorlardı. Olaylara iyi tarafından bakmak gerekir düşüncesiyle kpss mın iyi geçip gideceğimi düşünüyorlar herhalde diye katlanıyordu bu duruma ama işin kokusu daha yarı dönem bitmeden belli oldu. Biri vardı; öğretmen olmuş, atanmış, ailesi de temiz, tanıdık her şeyiyle ona uygun... Sadece tanış-görüş istemezsen yine de olmasın diyen herkes, daha iyisini de bulamazsın, ne istiyorsun ki evlen gitsin, yaşında geldi, çocuk ne zaman yapacaksın... diye bir sürü şey de ekliyordu görüşlerine. Tanıştı o da. Küçük bir ilçede yaşıyordu. Gerçekten hayattan ne bekliyordu? Bugün olmazsa yarın evlenecekti zaten. Hem öğretmen olan müstakbel eşi de atanmasını istiyordu, çalışması için onu destekliyordu. Açıkçası tipini de beğenmişti, uzun boylu renkli gözlü, esmer, eli yüzü düzgün bir adamdı. Üniversiteye gitmeden önce de gelen olmuştu bu şekilde, evdekilere kalsa o zaman bile düşünmeliydi evlenmeyi. Kız kısmına 'alan pezevenk baksın' denirdi buralarda, okuyup ne yapacak çocuk falan derken ev işleri yeter onlara. Ama o eğitimini tamamlamadan hiç düşünmemişti evlenmeyi ve şimdi bitmişti işte okul. Hem mazereti kalmadı hem de etrafındakilerin bu kadar onayladığı, onun da içine bu kadar sinecek kimi bulacaktı bu yaştan sonra. Kabul etti evlendi şimdi bir de çocukları olan adamla.
Evlendikleri günlerde, ataması olmadan, özel bir okulda çalışıyordu sonrasında kpss den yeterli puanı aldı atandı ama eşiyle oturdukları evden 3 saat uzaktaki başka bir şehre. Daha eşini yeni tanımaya başlamışken ayrı evlerde yaşayacaklardı.
Evlilikten çok büyük beklentileri olmadığından iyi gidiyordu her şey. Eşi tam Türk ailelerinde yetişmiş erkek çocuğuydu; mutfağa neredeyse hiç girmeyen, kadının görevleri evin içinde yapılan işler, erkeğin görevleri evin dış işleri diye düşünen. Çok yabancı değildi bu duruma babası ve erkek kardeşi de bu modeldi zaten. Ama sorun annesinin ev hanımı iken, onun çalışan bir bayan olmasıydı. Bu yüzden evden biraz uzaklaşıp eşinin evde yalnız kalması ve kendine bakması iyi olacaktı. Böylece çalışan bir bayanla evlendiğini hatırlayıp görev paylaşımını tekrar değerlendirebilir diye düşünüp atamasının evinden uzak olmasını bile sorun etmedi.
Artık kadrolu öğretmenlerdi eşi ve o, yaşadıkları ülkenin birçok mezun olmuş öğretmeninden daha şanslı iki insan. Tüm yakınları tarafından takdir ediliyordu durumları ama bir yandan da ne bekliyorsunuz artık çocuk yapsanıza sesleri yükseliyordu. Her şey uygundu dışarıdan bakıldığında ki o ve eşi de aksini düşünmüyorlardı. Bir yıl sonra eş durumundan gelecekti nasılsa evine.
Hamile kalınca, bir de evli barklı kadın yalnız kalmasın diye annesi ve babası onunla gitti atandığı yere. Tekrar ebeveynleri ile kalıyordu fakat bu sefer ev sahibi o idi. Babası yorulmasın diye alış verişe, annesi yorulmasın diye ev işlerine koşturuyordu, bu arada çalışıyordu tabii. Bu tempoda bir yandan karnı da büyüyordu.
Son ayda evine geldi izin alarak, doğumdan sonra da izni vardı. Sonrasın da yaz tatiline gireceklerdi zaten tüm okullar. Sadece ev hanımıyken eşinin okuldan gelmesini beklemek, yemek yapmak, çamaşır yıkamak, çocuğunun doğumunu beklemek... hiç zor gelmiyordu ona. Öyle bir zamanda, doğuma 20 gün kala daha bekleyemeden dünyaya geldi kızı. Daha sezaryenle mi normal mi doğuracağına karar veremeden normal doğdu. Küçücük nefesi alırken bile yorulan, emmek için hiç gücü olmayan küçük bir kız. Eşi birçok Türk erkeği gibi oğlu olmasını istiyordu ama kızı olmasına da sevinmişti en az onun kadar. Evliliklerinde her şey tamdı artık dışarıdan-içerden bakılınca.
Doğum iznini, yaz tatiliyle birleştirip 5 ay evinde geçirmişti. Stajyerliği bitmediğinden ilk eş durumu tayinine başvuru yapamadı ve geri gidecekti işine hem bu sefer yalnız da değildi artık kızı da vardı. Eşi yine evinde kalacaktı. Baba olmak hele de daha çocuk küçükken ne kadar kolaydı sadece herkes gibi çocuğu sevmekti görevi, bakım dedikleri para kazanmaktı ki onu çalışan tüm bayanların da yaptığı hep göz ardı ediliyordu, hoş ne yapacaklardı ki adamlar, 6 ay boyunca anne sütü içen bebeklere nasıl bakacaklardı diye düşünüyordu. Anne ve babası sağ olsun düzenlerini bırakıp bu sefer hem de torunları olduğu için daha bir istekle geldiler onunla görev yerine.
Kendine ayıracak çok zamanı olmuyordu artık. Gece sabahlara kadar 6-7 kez uyanan bir çocuk, evinde çocuğunun yanında duran anne ve babası; yemek yapması, temizlik yapması, çocuğunu doyurması-temizlemesi- uyutması- emzirmesi gerekiyordu. Bir yandan da düşündüğünde tüm istediklerini elde etmiş durumdaydı bir işi, eşi vardı, hep istediği kız çocuğu olmuştu ama hayallerinde böyle değildi bu istekleri sanki. Hep aklından bu yıl geçince her şey iyi olacak diye geçiriyordu. Eşinin yanına atanacak normal bir aile gibi yaşayacaklardı.
Gel zaman git zaman kızı 8 aylık olduğunda eş durumu ataması ile ara dönemde atandı eşinin yanına. Ailesinde herkes mutluydu; o eşine, çocuğu babasına kavuştu diye, o da mutluydu bunlara ama yeni bir okul, bilmediği yeni ortamında onu beklediği aklındaydı hep. Ara tatilde evinde eşi ile her şey güzeldi. Ev hanımlarının olağan günleri gibi zevkle baktığı çocuğu, yemeklerini severek yiyen kocası, bulaşık, ütü, çamaşır...hepsine yetmeye çalışıyordu.
Tatil bitiminde çocuğa okuldayken kimin bakacağı problem oldu. Anne ve babasının yaklaşık 1 yıl yaptıkları fedakarlıktan sonra evi yakın olan eşinin annesine düştü bu görev. Hakkını da vermek lazım iyi ilgileniyordu torunuyla. Sabah kalkıyordu eşini uyandırıyordu annesini almaya gitsin diye, daha sonra kahvaltıyı hazırlayıp çocuğunu emzirip biraz daha uyumasını sağlayıp giyiniyordu işe gitmek için. Eşi annesini getirdiğinde bir şeyler atıştırıp çıkıyordu evden, arabayla yarım saat uzaklıkta ki okula gitmek için. Saat 3 gibi eve geliyordu kızını emzirip uyutup ev işlerini yapmaya başlıyordu. Eşi onun yokluğunda evde durmak yerine annesine gittiğinden ev işlerine karşı iyicene tembelleşmişti. Atanıp giderken eş, temizlikçi, aşçı, öğretmen iken şimdi bir de anneydi artık bu evde. O dönem nasıl olduysa bitmişti, okul da yeni olması, yarım dönemde başlamış olmak daha az işine yoğunlaşmasını sağlamış, ev de hiç düşünemediğinden otomatik gibi her şey kendiliğinden olur hale gelmişti.
Yaz tatili gelse de evde bir düzene girsem derken yaz tatili başlamıştı. Rahat bir nefes aldı. Artık eşi ve kızı ile yeni bir düzen kuracak hayatına çeki düzen vermeye çalışacaktı ama eşi onun için plan kurmuştu bile tatile anneleriyle gidecekler hem çocuğa annesi bakacak onlar rahat edeceklerdi. Çok güzel düşünmüştü eşi bu yüzden kabul etti, hoş etmese de karar verilmişti. Tatil her tatil gibi iyi geçmişti. Tatil dönüşü kendi ailesinin sitemi üzerine onlara kalmaya gittiler. Neredeyse torunlarını onlara göstermemekle suçlanıyorlardı hoş ne zaman isteseler geliyorlardı görmeye ki gelsinler zaten. Öyle böyle tatil de bitmişti. Bu arada 1 yaşını çoktan bitiren kızları hala emiyordu annesini. Kulaktan duyma ve hekimlerinde söylediği anne sütünün çok faydalı oluşu ve uzun süre emzirilmesi gerektiği her fırsatta hatırlatıldığından ve bir de anne olarak bunu yapmaktan hoşlandığından devam etmişti emzirmeye.
Okul kapanırken nasıl bir düzen varsa kaldığı yerden devam ediyordu her şey. Sadece gece saat 11 de uykusuna yatan kızı sabaha karşı 2 buçuk 3 gibi uyanıp emmeğe başlayıp sabah kalkma saatine kadar meme ağzında uyumak istemesi ve bu arada neredeyse hiç uyumadan işe gitmek zorunda kalması dışında her şey aynıydı.
Artık yeni dönemde benim okulum, benim sınıfım diyebiliyordu. İşin de yeni yöntemler izlemek istiyordu ama bilgisayara oturduğunda yanında bitiyordu kızı. Sadece işle ilgili durumlarda değildi, kızıyla ilgilenmesi gereken durumlar; yemek yapmaya çalışıyordu, kızı ondan önce mutfağa girmiş bir yerleri karıştırmaya başlamış oluyordu, uzun süredir makyaj yapmadığı gibi kızı karıştırmasın diye kaldırdığı makyaj eşyalarının yerini bile unutmuştu, gündüzleri bırakıp okula gittiğinden evde tuvalete bile giderken peşinden geliyordu kızı. En son ne zaman yalnız bir şey yapmıştım diye düşünmeye zamanı bile yoktu. Kaldı ki üniversite de yalnız avm lere gidip alış veriş yapmaya bayılırdı.
Artık emmemesine geç de olsa karar verdikleri bir gece kızlarını babaannesinde bıraktılar. Böylece sabaha kadar memesiz uyuyacak, ertesi günde zaten yediği diğer yiyeceklerle karnı doyup emmemesi sağlanacaktı. Kızının evde olmadığı gece alışkanlıktan ya da kızı ile ilk defa ayrı kaldığından bir türlü uyuyamadı, yanında yatan adama bakıp uzun süredir düşünmediği hallerini düşünmeye başladı. Eşi evlendiğinden beri nelerden vazgeçmişti; tuttuğu takımın maçlarını hiç kaçırmadan statta izlerdi hala her hafta kaçırmıyor, arkadaşları ile haftada bir gün buluşurdu, hala atlamadan her hafta buluşuyorlar, araba kullanarak stres atıyordu hala kızları çok ağladığında arabanın anahtarını eline alıp çıkıyor… saydıkça sinirleri daha çok bozuluyordu. Kendine geçip nelerinin değiştiği düşünmek bile istemiyordu ama geliyordu aklına işte; arkadaşlarını hiç görmüyordu uzak bir ilde üniversite okuduğundan orada kalmışlardı, gitmek istese yatılı gitmesi gerekiyordu ki evlendikten sonra mümkün olmadı bu. Neredeyse her hafta yeni bir şeyler alırdı eskiden kendine öyle vardan da değil yemezdi-içmezdi kıyafet alırdı, şimdi maaşı vardı ama dışarıda harcayacağı zamanı yoktu. Saçlarının rengini değiştirirdi, şimdi ise kendi saçına en uygun olan rengi evde kendi boyamaya çalışıyordu o da beyazları çıkarsa, ihtiyaçtan. Sinemaya da giderdi öğrenciyken şimdi ‘ne gerek var, evde izleriz’ diyor kocası. Evde de izlemek güzel olur tabii ama kızları evde sıradan bir dizi izlemeye fırsat vermezken filmi nasıl ve ne zaman izleyecekler? Bunları düşünürken göğüsleri sızlamaya başladı, doluyordu sütle. Kendine baktı 48 kiloydu evlenirken annesi, teyzeleri hatta birçok kadın gibi şimdi 62 kilo olmuştu. Evlenince almıştı biraz, onları vermeden hamile de kalınca göbekli şişko bir şey olmuştu doğumdan sonra. Diyet yapmasına da karışmışlardı ‘emziriyorsun diyet yapılmaz’ demişti etrafındakiler, işine geldi onunda.
Düşündükçe uykusu açılıyordu sanki. Yatak odasında ki düğün fotoğrafı takıldı gözü; eşi, o fotoğraftaki adamdı hala ama onun, gelinliğine girebilmesi için neredeyse içinden iki tane daha bebek çıkması gerekiyordu. Odada bütün küçük eşyalar yükseklere kaldırılmış, bebeğin beşiği yerleştirilmek için yatak odasının düzeni bozulmuştu. Dağınıklığı ilk kez bu kadar net görebiliyordu, sürgülü kapakları tam kapatılmamış gar dolap, çekmecelerden fırlamış çamaşırlar. Odada gezinirken gözleri, saten-dantelli geceliklerin olduğu çekmecenin ne kadar düzgün durduğunu fark etti. Anne olduğundan beri neredeyse hiç giymemişti onları. Gar dolabın içinde ki çantayı fark etti, kaybettiği makyaj eşyaları vardı içinde, hatırlıyordu; kızı okuldayken makyaj eşyalarını karıştırmış, annesi de mavi çantasının içine doldurup gar dolabın içine koydum demişti. Gözlerini çevirmiyordu odada başka bir yöne daha fazla, çünkü eşyalar dillenmiş ona bu zamana kadar evliliği için nelerden vazgeçtiğini, yaptığı fedakarlıkları bir gecede göstermek ister gibiydi. O inat ettikçe bir eşya daha dilleniyordu; saat seslendi ‘bak ben yine çalışmıyorum, eskiden uyandığında ilk bana bakardın şimdi neymiş kocan sesimden rahatsız oluyormuş’. Komidin durur mu ‘Bak benim üzerimde kitap okumak için konulmuş abajur vardı şimdi nerede olduğunu bile bilmiyorsundur eminim, okumuyorsun çünkü’. Eskiden giydiği topukluların sesleri duyuldu dolaptan ‘Bari kutularımızdan çıkarda arada hava alalım’ diye sitem ettiler. Gar dolabın üzerine katlanıp konulmuş saten yatak örtüsü ‘En son beni serdiğin zamanı unuttum, artık kullanmayacaksan daha ilerlere kaldır da yatağın berbat halini görmeyeyim’. Daha birçok eşya dile gelmiş o gece en sonunda dayanamayıp ağlamaya başlamış artık, ne kadar yüksek sesle ve ne kadar uzun süre belli değil. Bir ara seslere eşinin de sesi katılmış ama eşyalar o kadar yüksek sesle konuşuyorlarmış ki eşinin sesini net duyamıyormuş. Ne yapacağını şaşıran adam göğsüne bastırmış onu, iyi gelmiş başını bastırmak, kulaklarını tıkamak eşyaları duyamaz olmuş belirli süre sonra uyumuş mu, yoksa yorgunluktan bayılmış mı bilmiyor ama odada yalnız açmış gözlerini. Eşyalara bakmış kapamışlar çenelerini fakat içeriden sesler geliyormuş bu seferde.
Artık o gece eşyalarla ne konuştuysa eşini kahvaltı hazırlarken bulmuş, kızı misafirlikten dönmüş kendi kendine oynuyor oyuncaklarıyla... Bunun köklü bir değişiklik olmadığı kesindi ama bir yerden başlanmıştı işte.
31 Ocak 2012 Salı
BAŞLANGIÇ
Ekim 2011 de adını koyduğum ama hiç yazı paylaşmadığım sayfaya, bir şeyler karalamanın vakti gelmiş, geçiyor bile. Önce eskilerden serpiştirdim bir kaç parça, sonrasında devamı gelecektir elbet.
Yeni bir sayfa, yeni bir nefesle başlayalım yazıya, ilk nefes kadar canımızı yaksın, heyecanlandırsın bizi her yazı.
Başlangıçlar yeni umut olsun, başarı getirsin herkese...
Hadi en güzel başlangıçlara ve bitmeyen sonlara...
Yeni bir sayfa, yeni bir nefesle başlayalım yazıya, ilk nefes kadar canımızı yaksın, heyecanlandırsın bizi her yazı.
Başlangıçlar yeni umut olsun, başarı getirsin herkese...
Hadi en güzel başlangıçlara ve bitmeyen sonlara...
ÖÇ (2)
Anılara dokunmak canını ağrıtmıştı, hiç tahmin etmediği kadar...
Kötü biri değildi tabii düne kadar. Trene biletsiz binmemişti, tıklım tıklım olan otobüse arka kapıdan binse bile ödemişti parasını, yanlışlıkla fazladan ödenen geri paraları fark ettikten sonra iade etmişti, morali bozuk bile olsa küçük bir çocuğun bakışlarını tebessümle karşıladı hep, yaşlılara-hamilelere-özürlülere yer verdi gerektiğinde, en önemlisi nefret etmedi hiç... Allak bullaktı evden çıktığından beri, devamlı soru işaretleri vardı kafasında.
Halbuki böyle planlamamıştı; eski eşyalarını karıştırmaya başladığında, yaralarının tekrar kanadığını hissettiğinde. Aklına hiç gelmeyen 'öç almak' geçti içinden. Yıllardır gizlenen içinde büyüyen bir hastalık sanki o an tüm şiddetiyle etkisini dışa vuruyordu. Nasıl yapmalıydı, kendini kırmadan ama onun canını çok yakarak. Ağrımalıydı onun kalbi de en az onun kadar, yaşamalıydı yılardır onun yaşadığı güvensiz hayatı. Nerede yaşadığını, evlendiğini biliyordu. Muhtemelen sevmişti eşini yoksa niye evlensin ki diye düşündü, buradan yaralayacaktı onu. Eski sevgilisiyle buluşmasını herhalde hoş karşılamayacaktı eşi.
Bir kaç günlük araştırma ile iş telefonunu bulup aradı onu, tesadüfen işi düşmüş isim tanıdık gelince de eski günlerin hatırına buluşmak istemiş gibi. Önceden ayarladığı fotoğrafçıya da tembihledi masada yakınlaştıkları anlarda çekecekti fotoğraflarını, iki sevgili gibi gösterecekti onları.
Plan tam anlamıyla eksiksiz işliyordu; buluşmayı hemen kabul etti, mekan fotoğrafçı için idealdi, bir çok tanınmış kişinin fotoğrafını çekip yalan haber yapmıştı burada, masalar kahve-çay içmelik karşılıklı oturduğunda bile yakınsın yani.
Ama atladığı en önemli nokta planda, kendiydi. Yıllardır görmediği adam karşısında ne tepki vereceğini hiç düşünmemişti, devamlı tekrar ediyordu bu sadece 'öç almak' için. Erken gitti buluşma yerine kendini hazırlamak için. Her zaman ki gibi 2-3 dakika erken geldi adam da 'her zaman ki gibi erkencisin' dedi. Her zaman ki, hangi zaman, bizim aramızda senin hatırladığın bir zaman var mı diye geçirdi kadın içinden. Bu zamanlarda aklında 'öç' kelimesi yankılanıyordu. Belirli bir süre konuşmadılar belki 1 saniye bile değil ama gözleri gözlerine değdi işte o an. Kadın unuttu aklından geçenleri...
Anlatmaya başladılar yaşamlarını, gittikleri filmleri, okudukları kitapları, günlük siyaseti... konuştukça anlattılar, anlattıkça güldüler, hüzünlendiler...
Çay içmeye gelmişlerdi, garson boşalınca bardaklarını tazeliyordu devamlı. Adam, garson boşları alıp dolu bardakları bırakınca 'kahve istiyoruz, sade ve orta türk kahvesi' dedi. Sonra kadına dönüp 'Geç oldu kapanışı kahveyle yapalım dedim' dedi. Sonra devam etti 'Hala şekersiz içiyorsundur umarım, çay için de kullanmıyorsun' dedi. Kadın evet anlamında başını sallayarak, hafif bir tebessüm etti. Bitiyordu gün artık dediği gibi geç olmuştu duramadı kadın, yenemedi merakını, oturduklarından beri evliliğinden hiç bahsetmeyen adama sordu 'evliliğin nasıl diye' Adam sadece 'iyi' dedi önce fakat daha sonra 'Bir çocuğum var' dedi. Sormadı kadın bundan sonrasını. Bir filmi anlatırken bile heyecanlana bilen birinin evliliğinden ve çocuğundan bu kadar durgun bahsetmesi hoşuna gitmedi. Mutsuz olarak hiç düşünmemişti adamı.
Kahveleri geldi içtiler, kalkıyorlardı ki masadan kadın ilk kez değdi adama 'bana gidelim yemek falan yeriz, daha konuşacak çok şey var' Çıktı cümleler ağzından, baktı adama kabul etmezse diye ama adam kabul etti. Hesabı ödedikten sonra çıkışta 'eşimi arayıp gecikeceğimi söyleyeyim' diyerek birkaç adım uzaklaştı adam. Taksinin geldiğini haber vermek için adama doğru yürüdüğünde duydu iş seyahati için başka bir şehre gideceğini ve bu gece gelmeyeceğini söylediğini adamın, kadın. Taksi bahçe kapısında durdu, indiler, apartmanın merdivenlerini çıktılar, kadın anahtarını her zaman ki gibi kapıya birkaç adım kala hazırladı ve hiç konuşmadılar. Eve girip kapıyı kapatınca önce kim sarıldı hatırlamıyordu kadın, nasıl oldu da sabahtan beri konturollü davranıp sohbet ederken bir anda öpüşmeye başlamaları gerçekten bilmiyordu. Sonrası da malum zaten...
Ne adam durdurmuştu ne de kadın. Ne adam mutsuzdu ne de kadın ta ki sabah oluncaya, gerçekle yüzleşinceye kadar. Kadın önce uyanmıştı, ya sonsuza kadar kalmalıydılar böyle ya da hiç yaşanmamış olduğunu düşünmeliydiler. Makbul olan ikincisi idi kadın da onu seçti. Adama onun seveceğini düşündüğü kahvaltı hazırladı ve ufak tefek notlarla onu yönlendirdi. Telefonu çalıp fotoğrafçı arayana kadar da mutluydu, hayattan bir gün çalmıştı, sadece kendisine anlatacağı fakat fotoğrafçı arayınca bugünü sadece kendisinin bilmediği aklına geldi ve bir mektup yazdı adama öyle çıktı, gitti evden .
Kötü biri değildi tabii düne kadar. Trene biletsiz binmemişti, tıklım tıklım olan otobüse arka kapıdan binse bile ödemişti parasını, yanlışlıkla fazladan ödenen geri paraları fark ettikten sonra iade etmişti, morali bozuk bile olsa küçük bir çocuğun bakışlarını tebessümle karşıladı hep, yaşlılara-hamilelere-özürlülere yer verdi gerektiğinde, en önemlisi nefret etmedi hiç... Allak bullaktı evden çıktığından beri, devamlı soru işaretleri vardı kafasında.
Halbuki böyle planlamamıştı; eski eşyalarını karıştırmaya başladığında, yaralarının tekrar kanadığını hissettiğinde. Aklına hiç gelmeyen 'öç almak' geçti içinden. Yıllardır gizlenen içinde büyüyen bir hastalık sanki o an tüm şiddetiyle etkisini dışa vuruyordu. Nasıl yapmalıydı, kendini kırmadan ama onun canını çok yakarak. Ağrımalıydı onun kalbi de en az onun kadar, yaşamalıydı yılardır onun yaşadığı güvensiz hayatı. Nerede yaşadığını, evlendiğini biliyordu. Muhtemelen sevmişti eşini yoksa niye evlensin ki diye düşündü, buradan yaralayacaktı onu. Eski sevgilisiyle buluşmasını herhalde hoş karşılamayacaktı eşi.
Bir kaç günlük araştırma ile iş telefonunu bulup aradı onu, tesadüfen işi düşmüş isim tanıdık gelince de eski günlerin hatırına buluşmak istemiş gibi. Önceden ayarladığı fotoğrafçıya da tembihledi masada yakınlaştıkları anlarda çekecekti fotoğraflarını, iki sevgili gibi gösterecekti onları.
Plan tam anlamıyla eksiksiz işliyordu; buluşmayı hemen kabul etti, mekan fotoğrafçı için idealdi, bir çok tanınmış kişinin fotoğrafını çekip yalan haber yapmıştı burada, masalar kahve-çay içmelik karşılıklı oturduğunda bile yakınsın yani.
Ama atladığı en önemli nokta planda, kendiydi. Yıllardır görmediği adam karşısında ne tepki vereceğini hiç düşünmemişti, devamlı tekrar ediyordu bu sadece 'öç almak' için. Erken gitti buluşma yerine kendini hazırlamak için. Her zaman ki gibi 2-3 dakika erken geldi adam da 'her zaman ki gibi erkencisin' dedi. Her zaman ki, hangi zaman, bizim aramızda senin hatırladığın bir zaman var mı diye geçirdi kadın içinden. Bu zamanlarda aklında 'öç' kelimesi yankılanıyordu. Belirli bir süre konuşmadılar belki 1 saniye bile değil ama gözleri gözlerine değdi işte o an. Kadın unuttu aklından geçenleri...
Anlatmaya başladılar yaşamlarını, gittikleri filmleri, okudukları kitapları, günlük siyaseti... konuştukça anlattılar, anlattıkça güldüler, hüzünlendiler...
Çay içmeye gelmişlerdi, garson boşalınca bardaklarını tazeliyordu devamlı. Adam, garson boşları alıp dolu bardakları bırakınca 'kahve istiyoruz, sade ve orta türk kahvesi' dedi. Sonra kadına dönüp 'Geç oldu kapanışı kahveyle yapalım dedim' dedi. Sonra devam etti 'Hala şekersiz içiyorsundur umarım, çay için de kullanmıyorsun' dedi. Kadın evet anlamında başını sallayarak, hafif bir tebessüm etti. Bitiyordu gün artık dediği gibi geç olmuştu duramadı kadın, yenemedi merakını, oturduklarından beri evliliğinden hiç bahsetmeyen adama sordu 'evliliğin nasıl diye' Adam sadece 'iyi' dedi önce fakat daha sonra 'Bir çocuğum var' dedi. Sormadı kadın bundan sonrasını. Bir filmi anlatırken bile heyecanlana bilen birinin evliliğinden ve çocuğundan bu kadar durgun bahsetmesi hoşuna gitmedi. Mutsuz olarak hiç düşünmemişti adamı.
Kahveleri geldi içtiler, kalkıyorlardı ki masadan kadın ilk kez değdi adama 'bana gidelim yemek falan yeriz, daha konuşacak çok şey var' Çıktı cümleler ağzından, baktı adama kabul etmezse diye ama adam kabul etti. Hesabı ödedikten sonra çıkışta 'eşimi arayıp gecikeceğimi söyleyeyim' diyerek birkaç adım uzaklaştı adam. Taksinin geldiğini haber vermek için adama doğru yürüdüğünde duydu iş seyahati için başka bir şehre gideceğini ve bu gece gelmeyeceğini söylediğini adamın, kadın. Taksi bahçe kapısında durdu, indiler, apartmanın merdivenlerini çıktılar, kadın anahtarını her zaman ki gibi kapıya birkaç adım kala hazırladı ve hiç konuşmadılar. Eve girip kapıyı kapatınca önce kim sarıldı hatırlamıyordu kadın, nasıl oldu da sabahtan beri konturollü davranıp sohbet ederken bir anda öpüşmeye başlamaları gerçekten bilmiyordu. Sonrası da malum zaten...
Ne adam durdurmuştu ne de kadın. Ne adam mutsuzdu ne de kadın ta ki sabah oluncaya, gerçekle yüzleşinceye kadar. Kadın önce uyanmıştı, ya sonsuza kadar kalmalıydılar böyle ya da hiç yaşanmamış olduğunu düşünmeliydiler. Makbul olan ikincisi idi kadın da onu seçti. Adama onun seveceğini düşündüğü kahvaltı hazırladı ve ufak tefek notlarla onu yönlendirdi. Telefonu çalıp fotoğrafçı arayana kadar da mutluydu, hayattan bir gün çalmıştı, sadece kendisine anlatacağı fakat fotoğrafçı arayınca bugünü sadece kendisinin bilmediği aklına geldi ve bir mektup yazdı adama öyle çıktı, gitti evden .
ÖÇ (1)
Sessiz o kadar sessiz ki yaşadığından bile emin değil. Aslında biliyor, uyuyor. Derin sayılabilecek bir uykuda mı onu bilmiyor. Daha önce de uyurken şahit olmuş ama hiç uyurken dinlemek aklına gelmemiş onu. Öylece bakıyor yüzüne, onun anın sessizliğinde ölü gibi yatıyor olmasına, ne kadar savunmasız, masum olmasına...
Bir daha hiç uyanmasa öylece o yatakta yatsa ne kadar kalabilir ki o halde, yanına o da uzansa ya da göğsüne dayasa başını kendisininkiyle aynı tempoda kalp atışlarının yavaşladığını dinlese sevdiğinin. Günler geçse sonra sokaktan geçen bir densiz cesetlerin kokusunu duysa ama artık çok geç olsa ve onları, kenetlenmiş bedenlerini ölüm soğukluğunda ayıramasalar. Diye düşlerken kadın, açtı gözlerini adam.
Kadının aklından geçenleri tahmin edemezdi. Uyku mağrurluğu ile gülümsedi sonra pişman oldu ama artık çok geçti. Yüzüne bakan kadının gözlerinde yeni bir umut belirdi sanki. Kadın heyecanlandı her zaman ki anaç tavrıyla kahvaltı hazırladım duştan sonra yer öyle gidersin dedi ve çıktı odadan. Dün hiçbir şey yaşanmamış gibi 'gidersin' demesi sevindirdi adamı.
Adam dünü düşünüyordu devamlı; Neden buluşmayı kabul etti, evine davet edince neden hayır diyemedi, neden onu öpmesine ve sonrasına izin verdi, neden çok mutlu bir evlilik yaşadığını düşündüğü halde bu evde açıyor gözlerini, neden eşini aldattı yalnızca bir gece için... 'bir gece mi?' diye yankılandı ses, bir daha görmeyecek miydi onu yıllar sonra bulmuşken?? Bu sorunun cevabını veremedi adam telefonu çalıyordu. 'Baba seni çok özledim' Aklına geldi baba olduğu. O istememişti bunu ama karısı hamile olduğunu söyleyince karşı çıkmadı bu duruma. Sıradan bir evlilikleri vardı ve iki yılı aşmıştı artık çocukları olması da bu sıradanlığın parçası idi ve kızı doğdu. Sonra karısı aldı telefonu. Acil işi çıktığını ve şehir dışına gitmesi gerektiğini söylemişti, dün eve gelemeyeceğini söylerken. Daha önce hiç acil işi olmadığından şaşırmıştı karısı ama güveniyordu eşine itiraz etmeden kapatmıştı telefonu şimdi de ne zaman geleceğini, işlerinin nasıl olduğunu sormak hem de kızının onu çok özlediğini söylemek istediği için aramıştı. Bu telefon kendine getirmişti onu hemen duşa girdi, özel olarak konulduğu belli olan temiz havlulara sarıldı, bu evden bir an önce gitmeliydi. Banyodan çıktığında, üzerinden nasıl ve evin hangi odasında çıkardığını tam olarak hatırlamadığı kıyafetler toplanılmış, ütülenmiş bir şekilde gözlerini açtığı odaya konulmuş olarak ona sunulmuştu. Duşta olduğu süre içinde onun üst kata çıkmış olduğunu hatta evde olduğunu hiç düşünmemişti. Ne yapacaktı şimdi, konuşmaya nasıl başlayacaktı, evli olduğunu hatta çocuğu olduğunu biliyor muydu, en önemlisi düzenli, saygın bir hayatı vardı onun... s.ktir lan dedi bunları düşlerken kendine uzun zamandır küfür etmiyordu, hele kendine hiç. Hayatı tek düze gidiyordu işte ve eskisi gibi sıradan olmayım, kendim için yaşayayım, insanları boşvereyim diyemiyordu. B.k vardı karşısına çıkmıştı sanki. Gerçeklerden kaçamayacağı ya da zamanı geri çeviremeyeceği belliydi, giyindi, gitti mutfağa...
Yeşil-siyah zeytin, peynir, reçel, yumurta, tost, ekmek, kaynayan çay, portakal suyu ve bugünün gazeteleri üzerilerinde bir not 'hangisini okuyorsun bilmediğimden hepsini aldım'. Ocağın yanında bir not daha 'çaydanlığın altını kapatmayı unutma'. Adam anladı ki ki bu masa tek kişilik, tek sandalye, bir çatal ve bir bardak konulmuş masaya. Sandalyeye oturduğun da bir not daha fark etti 'afiyet olsun servisini sen yapacaksın kusura bakma, bu arada kahvaltı yapmadan çıkarsan çok üzülürüm'. Tebessümle çayını doldurup oturdu masaya, özenle hazırlanmış kahvaltı, açta olduğundan pek durumunu sorgulamadı.
Çaydanlığın altını kapattı, kahvaltılıkları toparlamak için bakındı ama sonrasında kullandığı çatalı ve bardağı tezgahın üzerine bırakıp çıkdı mutfaktan. Artık gitmeli bu evden. Kapıya yöneldi bu sefer küçük bir not değil onu bekleyen bir buluşma - ayrılık mektubu...
Bir daha hiç uyanmasa öylece o yatakta yatsa ne kadar kalabilir ki o halde, yanına o da uzansa ya da göğsüne dayasa başını kendisininkiyle aynı tempoda kalp atışlarının yavaşladığını dinlese sevdiğinin. Günler geçse sonra sokaktan geçen bir densiz cesetlerin kokusunu duysa ama artık çok geç olsa ve onları, kenetlenmiş bedenlerini ölüm soğukluğunda ayıramasalar. Diye düşlerken kadın, açtı gözlerini adam.
Kadının aklından geçenleri tahmin edemezdi. Uyku mağrurluğu ile gülümsedi sonra pişman oldu ama artık çok geçti. Yüzüne bakan kadının gözlerinde yeni bir umut belirdi sanki. Kadın heyecanlandı her zaman ki anaç tavrıyla kahvaltı hazırladım duştan sonra yer öyle gidersin dedi ve çıktı odadan. Dün hiçbir şey yaşanmamış gibi 'gidersin' demesi sevindirdi adamı.
Adam dünü düşünüyordu devamlı; Neden buluşmayı kabul etti, evine davet edince neden hayır diyemedi, neden onu öpmesine ve sonrasına izin verdi, neden çok mutlu bir evlilik yaşadığını düşündüğü halde bu evde açıyor gözlerini, neden eşini aldattı yalnızca bir gece için... 'bir gece mi?' diye yankılandı ses, bir daha görmeyecek miydi onu yıllar sonra bulmuşken?? Bu sorunun cevabını veremedi adam telefonu çalıyordu. 'Baba seni çok özledim' Aklına geldi baba olduğu. O istememişti bunu ama karısı hamile olduğunu söyleyince karşı çıkmadı bu duruma. Sıradan bir evlilikleri vardı ve iki yılı aşmıştı artık çocukları olması da bu sıradanlığın parçası idi ve kızı doğdu. Sonra karısı aldı telefonu. Acil işi çıktığını ve şehir dışına gitmesi gerektiğini söylemişti, dün eve gelemeyeceğini söylerken. Daha önce hiç acil işi olmadığından şaşırmıştı karısı ama güveniyordu eşine itiraz etmeden kapatmıştı telefonu şimdi de ne zaman geleceğini, işlerinin nasıl olduğunu sormak hem de kızının onu çok özlediğini söylemek istediği için aramıştı. Bu telefon kendine getirmişti onu hemen duşa girdi, özel olarak konulduğu belli olan temiz havlulara sarıldı, bu evden bir an önce gitmeliydi. Banyodan çıktığında, üzerinden nasıl ve evin hangi odasında çıkardığını tam olarak hatırlamadığı kıyafetler toplanılmış, ütülenmiş bir şekilde gözlerini açtığı odaya konulmuş olarak ona sunulmuştu. Duşta olduğu süre içinde onun üst kata çıkmış olduğunu hatta evde olduğunu hiç düşünmemişti. Ne yapacaktı şimdi, konuşmaya nasıl başlayacaktı, evli olduğunu hatta çocuğu olduğunu biliyor muydu, en önemlisi düzenli, saygın bir hayatı vardı onun... s.ktir lan dedi bunları düşlerken kendine uzun zamandır küfür etmiyordu, hele kendine hiç. Hayatı tek düze gidiyordu işte ve eskisi gibi sıradan olmayım, kendim için yaşayayım, insanları boşvereyim diyemiyordu. B.k vardı karşısına çıkmıştı sanki. Gerçeklerden kaçamayacağı ya da zamanı geri çeviremeyeceği belliydi, giyindi, gitti mutfağa...
Yeşil-siyah zeytin, peynir, reçel, yumurta, tost, ekmek, kaynayan çay, portakal suyu ve bugünün gazeteleri üzerilerinde bir not 'hangisini okuyorsun bilmediğimden hepsini aldım'. Ocağın yanında bir not daha 'çaydanlığın altını kapatmayı unutma'. Adam anladı ki ki bu masa tek kişilik, tek sandalye, bir çatal ve bir bardak konulmuş masaya. Sandalyeye oturduğun da bir not daha fark etti 'afiyet olsun servisini sen yapacaksın kusura bakma, bu arada kahvaltı yapmadan çıkarsan çok üzülürüm'. Tebessümle çayını doldurup oturdu masaya, özenle hazırlanmış kahvaltı, açta olduğundan pek durumunu sorgulamadı.
Çaydanlığın altını kapattı, kahvaltılıkları toparlamak için bakındı ama sonrasında kullandığı çatalı ve bardağı tezgahın üzerine bırakıp çıkdı mutfaktan. Artık gitmeli bu evden. Kapıya yöneldi bu sefer küçük bir not değil onu bekleyen bir buluşma - ayrılık mektubu...
HAYALİYDİ...
Hayatın içinde bir hayat kurmaya çalışıyordu kendine geceleri yaşana bilen.
Bilgisi çocukluğundan kalma yapışmış bir durumdu üzerine hep iyi okullarda iyi derecelerde okumuştu. Ama yaşamında okul olmamalıydı kazandıklarıyla hayalini kurduğu barını açtı sonunda, çatı katında evi olan bir bar. Dar yaşam alanında kendinden başkasına yer yoktu, kimseyi de aramıyordu zaten. Güneşin batışının başlamasıyla müşteri gelişi gecenin ilerleyen saatlerine hatta güneşin doğuşuna kadar devam ediyordu. Her gün yeni yetme kızlar-erkekler, feleğin çemberinden geçmiş kadınlar, evlerinde eşlerini bırakmış iş adamları... her cinsten insan geliyordu bara. Bu yüzden evine almıyordu insanları, orada yalnızlığı seçmişti. İnsanın olduğu her yerde kir barınıyordu ve oraya yakışan temizlikti, saflıktı.
İş yerinde hep sert mizaçlı davranmalıydı başka türlü sabaha kadar alkol alan insanlarla nasıl uğraşacaktı, devamlı gizliyordu bir taraflarını. Ortağı ondan daha kolay ortama uyum sağlıyordu, müşterilerle birlikte oda götürüyordu içkileri. Ama o bir türlü kıramıyordu kendini açarken çok rahat olarak işletecekleri bu iş yerinde şimdi her zaman ki gibi kontrollü davranıyor, kar amacı güden bir iş yeri gibi çalışıyordu. Aklındakilere uyan tek yer barın üst katındaki kendine ait evi oldu. Herhalde gerçekten mutlu olduğu tek yerdi. Tabii arkadaşlarına, ortağına haksızlık etmemeliydi o seçmişti bu hayatı, üniversiteden istifa ederken çok düşünmüştü bir daha geri dönemeyeceğinden emindi ki artık dönmeyecekti zaten. Ne zamana kadar böyle yaşayabilirdi bilmiyordu ama bunu hesap edecek vakti yoktu zaten, her gece kendine kaldığında aldığı alkol aralıksız içtiği sigara onu çok fazla daha bu hayatta bırakmazdı. O zamana kadar da kazandığı yeterdi yaşamını sürdürmesine.
Yaşamında zor olan ama bir türlü vazgeçemediği pazar gezileri vardı birde, canını hem yakan hem de her ne kadar yüksek sesle söyleyemese de artık onu gerçekten mutlu eden tek zamanlar. Annesi ve babasının yanına gittiğinde sadece susuyordu onlar hem onun yerine hem de kendileri için kızıyorlardı yeterince ona, yaşamını bu hale soktuğu için. Sessizce diliyordu onları. Haklıydılar beklide çok şey bekliyorlardı ondan profesör olacaktı bir gün, ne çabalar harcamışlardı iyi okular da okutabilmek için oğullarını. Hiç böyle düşünmemişlerdi sonunu. Ama bilmiyorlardı ki onlardan giden maddi ve manevi desteğin yanında oğullarının kaybettiklerini. Bir yarışın içinde hep en iyi olmak zorunda iken hata yapmaktan, zaman kaybetmekten, geri kalmaktan, parasız kalmaktan...nasıl korkulduğunu. Anne-babasına hiç bunlardan bahsetmedi, bahsetse de anlamayacaklardı bu kadar şeyi çektikten sonra iyi bir geleceği bırakıp bir bar işletmecisi olduğunu. Bu benim hayalimdi dese ona bile inanmazlardı belki de.
Bilgisi çocukluğundan kalma yapışmış bir durumdu üzerine hep iyi okullarda iyi derecelerde okumuştu. Ama yaşamında okul olmamalıydı kazandıklarıyla hayalini kurduğu barını açtı sonunda, çatı katında evi olan bir bar. Dar yaşam alanında kendinden başkasına yer yoktu, kimseyi de aramıyordu zaten. Güneşin batışının başlamasıyla müşteri gelişi gecenin ilerleyen saatlerine hatta güneşin doğuşuna kadar devam ediyordu. Her gün yeni yetme kızlar-erkekler, feleğin çemberinden geçmiş kadınlar, evlerinde eşlerini bırakmış iş adamları... her cinsten insan geliyordu bara. Bu yüzden evine almıyordu insanları, orada yalnızlığı seçmişti. İnsanın olduğu her yerde kir barınıyordu ve oraya yakışan temizlikti, saflıktı.

Yaşamında zor olan ama bir türlü vazgeçemediği pazar gezileri vardı birde, canını hem yakan hem de her ne kadar yüksek sesle söyleyemese de artık onu gerçekten mutlu eden tek zamanlar. Annesi ve babasının yanına gittiğinde sadece susuyordu onlar hem onun yerine hem de kendileri için kızıyorlardı yeterince ona, yaşamını bu hale soktuğu için. Sessizce diliyordu onları. Haklıydılar beklide çok şey bekliyorlardı ondan profesör olacaktı bir gün, ne çabalar harcamışlardı iyi okular da okutabilmek için oğullarını. Hiç böyle düşünmemişlerdi sonunu. Ama bilmiyorlardı ki onlardan giden maddi ve manevi desteğin yanında oğullarının kaybettiklerini. Bir yarışın içinde hep en iyi olmak zorunda iken hata yapmaktan, zaman kaybetmekten, geri kalmaktan, parasız kalmaktan...nasıl korkulduğunu. Anne-babasına hiç bunlardan bahsetmedi, bahsetse de anlamayacaklardı bu kadar şeyi çektikten sonra iyi bir geleceği bırakıp bir bar işletmecisi olduğunu. Bu benim hayalimdi dese ona bile inanmazlardı belki de.
HİÇ DOĞMAMIŞ ARAMIZDAKİLER
Zamanın içindeki bir zamandan bir zaman hani eskilerden çok eskilerden denir ya, bu da yenilerden çok yenilerden ya da gelecek, yaşanılacak için hangisi kullanılırsa işte o.
Ortalıkta dolaşan bir çocuk, yalnız büyümüş bir çocuk. Yanlış anlaşılmasın varmış etrafında birileri ama onun çocukluğuna dokunamıyorlar, yalnızlığını fark edemiyorlarmış.
Aslında pek kimse fark etmemiş onu ne zaman oldu, nasıl doğdu, nasıl büyüdü. Sadece annesi her anı biliyormuş onun hakkındakileri hangi gecenin sonunda rahmine düştüğünü bile. İlk zamanlar yadırgamışlar varlığını annesinin canını sıkmışlar en çok o üzülmüş bu duruma annesini üzdüğü için ama sonraları boş vermişler bu durumu o kadar çok sorun varmış ki hayatlarında insanların, onu da görmezlikten gelmişler zaten görmüyorlarmış da.
Çocuk başlarda etrafındakilerin bu ilgisizliğini yadırgamış fakat zamanla oda alışmış bu duruma sadece annesiyle konuşuyormuş yani aslında annesi onunla konuşuyormuş, o dinliyormuş devamlı. En çok, neredeyse her çocuğun yanında duran diğer kişiyi dinlemek istemiş annesinden lakin annesi her şeyi anlatmış, hayatı öğretmiş ama ondan hiç bahsetmemiş.
Bir gün annesinin hayatına yeni bir insan girmiş bu yüzden artık onunla eskisi kadar konuşmuyor, ilgilenmiyormuş. Yani öyle bir tip ki yaşı başı yerinde annesi gibi değil çocukların yanında duran diğer kişi gibi biriymiş. Aslında biraz sevinmişte belki bu odur, onunda yanında artık iki kişi olacak ve onu iki kişi koruyacaktır diye ama bu adam da diğerleri gibi onunla hiç ilgilenmiyormuş dahası artık annesi de onunla eskisi gibi konuşmuyormuş.
Annesi bir gün eski günlerdeki gibi onunla konuşmaya başlamış yani yalnız ikisi kalmışlar, görünüşe göre her şey aynıymış fakat konuşma her zamanki gibi bitmemiş. Annesinin veda dediği şey gerçekleşiyormuş ama bir terslik varmış bu işte hep annesi ondan önce bu hayattan gideceğini çünkü onun daha yaşlı olduğunu söylerken şimdi onun artık yok olacağını anlatıyormuş.
Arada hep söylenirmiş annesine kabullenilmeyen bu çocuğun aslında yok olduğu ama annesi de, o da biliyordu ki hep vardı ama şimdi annesi de inanmış olmadığına. Yıkılmıştı çocuk oracıkta yer yarılıp içine girmek istedi ama sonra annesine bir şart sundu eğer bunu söylerse bir daha hiç karşısına çıkmayacaktı. Annesi kabul etti, son olarak çocuğunu mutlu etmek istedi.
Çocuk: 'Diğer kişiyi söyle bana, anlatmadığın ama bir çocuğun var olması için gerekli olan kişi, o kim' dedi.
Anne bir söz vermişti hiç doğmayan ama hep yanında büyüyen acısına ortak olan çocuğa. Bu yüzden her şeyi anlattı en baştan; babasıyla nasıl tanıştı, neler yaşadı, nasıl ayrıldılar, sonrasında ondan bir hatıra kalsın diye nasıl onu doğurduğunu...
Sözler bittiğinde, ayrılık zamanı geldiğinde dışarı çıkmaktan utanıyordu ama bir an önce gitmek istiyordu bu evden. Önce hemen öleyim buracıkta yok olayım diye düşündü ama sonra diğer kişi geldi aklına en azından bir kez görmeliydi, annesinin dediğine göre aynı ona benziyordu.
Korkarak çıktı sokağa birileri aslında hiç doğmadığını fark edecek onunla alay edecek sanıyordu. Bir, iki adım attı her şey aynıydı yine kimse fark etmiyordu onu, herkes aynı düzende işine bakıyordu sonra sokağa baktı o kadar hayatta olan çocuk boş verilmişti ki onun gibi hiç doğmamış olanını kim önemsesin dedi, kaldırdı kafasını dimdik. Bir baktı ki etrafta birçok hiç doğmamış çocuk ona bakıyor, gitti yanlarına hepsinin hikâyesi neredeyse benzer, annelerinin kurbanları. Onlara sordu peki ya diğerleriniz anlamadılar başta çünkü bu diğerin adı babaymış ve yanına gidip konuşmaya çalıştığında seni hiç tanımıyormuş hatta annenin kim olduğunu bile hatırlamıyorlarmış. Çocuk yalnızca görmek istiyorum onu demiş. Çocuklar gülmüş her doğmamış çocuk annesi tarafından terk edildiğinde böyle der ama tek amaç o adamla anneni yeniden birleştirip sıfırdan doğabilmektir demişler.
Çocuk susmuş aklındaki her şeyi deneyimli hiç doğmamış arkadaşlar biliyormuş anlamış ki yapacak bir şey yok o da onlar gibi arada annesini görmeye gidip arkadaşlarının yanında yaşamına devam etmiş. Yanlarına her gün başka yeni doğmamış çocuklar katılıyormuş.
Ortalıkta dolaşan bir çocuk, yalnız büyümüş bir çocuk. Yanlış anlaşılmasın varmış etrafında birileri ama onun çocukluğuna dokunamıyorlar, yalnızlığını fark edemiyorlarmış.
Aslında pek kimse fark etmemiş onu ne zaman oldu, nasıl doğdu, nasıl büyüdü. Sadece annesi her anı biliyormuş onun hakkındakileri hangi gecenin sonunda rahmine düştüğünü bile. İlk zamanlar yadırgamışlar varlığını annesinin canını sıkmışlar en çok o üzülmüş bu duruma annesini üzdüğü için ama sonraları boş vermişler bu durumu o kadar çok sorun varmış ki hayatlarında insanların, onu da görmezlikten gelmişler zaten görmüyorlarmış da.
Çocuk başlarda etrafındakilerin bu ilgisizliğini yadırgamış fakat zamanla oda alışmış bu duruma sadece annesiyle konuşuyormuş yani aslında annesi onunla konuşuyormuş, o dinliyormuş devamlı. En çok, neredeyse her çocuğun yanında duran diğer kişiyi dinlemek istemiş annesinden lakin annesi her şeyi anlatmış, hayatı öğretmiş ama ondan hiç bahsetmemiş.
Bir gün annesinin hayatına yeni bir insan girmiş bu yüzden artık onunla eskisi kadar konuşmuyor, ilgilenmiyormuş. Yani öyle bir tip ki yaşı başı yerinde annesi gibi değil çocukların yanında duran diğer kişi gibi biriymiş. Aslında biraz sevinmişte belki bu odur, onunda yanında artık iki kişi olacak ve onu iki kişi koruyacaktır diye ama bu adam da diğerleri gibi onunla hiç ilgilenmiyormuş dahası artık annesi de onunla eskisi gibi konuşmuyormuş.
Annesi bir gün eski günlerdeki gibi onunla konuşmaya başlamış yani yalnız ikisi kalmışlar, görünüşe göre her şey aynıymış fakat konuşma her zamanki gibi bitmemiş. Annesinin veda dediği şey gerçekleşiyormuş ama bir terslik varmış bu işte hep annesi ondan önce bu hayattan gideceğini çünkü onun daha yaşlı olduğunu söylerken şimdi onun artık yok olacağını anlatıyormuş.
Arada hep söylenirmiş annesine kabullenilmeyen bu çocuğun aslında yok olduğu ama annesi de, o da biliyordu ki hep vardı ama şimdi annesi de inanmış olmadığına. Yıkılmıştı çocuk oracıkta yer yarılıp içine girmek istedi ama sonra annesine bir şart sundu eğer bunu söylerse bir daha hiç karşısına çıkmayacaktı. Annesi kabul etti, son olarak çocuğunu mutlu etmek istedi.
Çocuk: 'Diğer kişiyi söyle bana, anlatmadığın ama bir çocuğun var olması için gerekli olan kişi, o kim' dedi.
Anne bir söz vermişti hiç doğmayan ama hep yanında büyüyen acısına ortak olan çocuğa. Bu yüzden her şeyi anlattı en baştan; babasıyla nasıl tanıştı, neler yaşadı, nasıl ayrıldılar, sonrasında ondan bir hatıra kalsın diye nasıl onu doğurduğunu...
Sözler bittiğinde, ayrılık zamanı geldiğinde dışarı çıkmaktan utanıyordu ama bir an önce gitmek istiyordu bu evden. Önce hemen öleyim buracıkta yok olayım diye düşündü ama sonra diğer kişi geldi aklına en azından bir kez görmeliydi, annesinin dediğine göre aynı ona benziyordu.

Çocuk susmuş aklındaki her şeyi deneyimli hiç doğmamış arkadaşlar biliyormuş anlamış ki yapacak bir şey yok o da onlar gibi arada annesini görmeye gidip arkadaşlarının yanında yaşamına devam etmiş. Yanlarına her gün başka yeni doğmamış çocuklar katılıyormuş.
BAKİRE OROSPU (2)
Zaman geçiyordu kendince o her seferinde biraz daha kirlendiğinin farkındaydı. Bu işe başlarken namusun tanımını çok yapmıştı kendine. Etrafında onu yetiştirenlerden biliyordu koruması gereken değerli bir zarı olduğunu. Keşke çıkarıp rafa kaldırıp sonra zamanı geldiğinde yerine takabilseydi. O zaman şimdi ki durumundan daha temiz olduğunu hissederdi kesin. Yanlış anlaşılmasın hala yerindeydi her kesin istediği namusu.
Yıllardır iyi para kazanmıştı hem namusunu koruyup(!) hem de bu işi yaparak zamanla yeni kurallar koydu kendine, artık yüzünü de göstermiyordu müşterilerine. Hiç düşünmemişti karşı cinsin en az kadınlar kadar meraklı olacaklarını, geri geldiklerinde bir önceki ödedikleri paranın 3 katını veriyorlardı. Her seferinde kararlı bir şekilde sonuna kadar gitmeden kendilerini bırakmayacaklarını söz vererek geliyorlardı fakat işe başladıktan sonra benliklerini kaybedip ortalığa döküyorlardı menilerini.
Asıl sorun müşteriler değildi zaten alıp yürüyen onun lakabıydı, duyulmaya başlamıştı saygın müşterilerinin olduğu tabakada; Bakire Orospu diye. Müşterileri için takmıyordu o maskeyi, kendi yüzünü görmeye tahammülü yoktu, ama bunu onları düşündüğünden yaptığına da inandırdı onları. Ailesinin yaşadığı şehirden uzaktaydı ve ailesi böyle bir şeye hayatta inanmazdı bir de şimdilerde evlenmesi için baskı yapıyorlardı, 'sen bulamadın bari isteyenlerine git' diyorlardı. Tanıdıklarının onu sordurduğunun da farkındaydı zaten. Evlenip eşiyle yatağa girdikleri gece bozulmayan zarından akacak kan temizleyecek bütün geçmişini. Ailesine göre tertemiz kızları bir kez daha gururlandıracak onları.
Ama o sorgulamaya başladı kendini; Böyle bir işe neden girdi? Gerçekten paraya ihtiyacı var mıydı? Sıkıntılı bir günde seks in sıkıntılara iyi geldiğini görmek mi cazip geldi ona? Aşık olduğu adamın dahi namus sınırını öğrenerek bu işi bu nokta da kesmesi mi?... Bir yığın soru vardı aklında ve artık sıkılmıştı.
Zengin, saygın ortamlarda yetişmiş erkeklerin kendilerini kaybettikleri o andaki güçsüzlükleri en çok ilgisini çeken olmuştu zamanla. En önemli sorun buydu zaten onunda ilgisini çekmişti bu iş, garip bir zevk alıyordu. Tabii ki bu zevk aşık olduğu adamla yaşadıkları anlardaki temizlik, saflık, masumiyet, heyecan... içermiyordu. Zaten o hep kontrollü üzerinde olan adamların yüzüne mimiklerine bakıyordu, artık ne zaman nerelerine dokunacağında deneyimliydi, istedikleri anda orada oluyordu elleri, dudakları, belden aşağısı hariç tüm bedeni ve tam bir sevişmeden eksiksiz olarak rahatlatıyordu onları.
Şimdi başladığı yerdeydi daha öncede gelmişti bu banka ama bugün farklıydı. Başladığı gibi bitirmeliydi bu işi. Kafasında ki namus kavramı o gün nasılsa şimdi de aynı sınırda olmalı, uzun zamandır bakmadığı aynaya bakabilmeli, yaşadığı yerdeki herkesin dediği gibi namuslu kız diyebilmeli kendine, inanmalı. Ya ailesiyle konuştuğu telefonu atmalı elinden ya da iş telefonunu fırlatmalı... tek yanlı devam etmeli.
Yıllardır iyi para kazanmıştı hem namusunu koruyup(!) hem de bu işi yaparak zamanla yeni kurallar koydu kendine, artık yüzünü de göstermiyordu müşterilerine. Hiç düşünmemişti karşı cinsin en az kadınlar kadar meraklı olacaklarını, geri geldiklerinde bir önceki ödedikleri paranın 3 katını veriyorlardı. Her seferinde kararlı bir şekilde sonuna kadar gitmeden kendilerini bırakmayacaklarını söz vererek geliyorlardı fakat işe başladıktan sonra benliklerini kaybedip ortalığa döküyorlardı menilerini.
Asıl sorun müşteriler değildi zaten alıp yürüyen onun lakabıydı, duyulmaya başlamıştı saygın müşterilerinin olduğu tabakada; Bakire Orospu diye. Müşterileri için takmıyordu o maskeyi, kendi yüzünü görmeye tahammülü yoktu, ama bunu onları düşündüğünden yaptığına da inandırdı onları. Ailesinin yaşadığı şehirden uzaktaydı ve ailesi böyle bir şeye hayatta inanmazdı bir de şimdilerde evlenmesi için baskı yapıyorlardı, 'sen bulamadın bari isteyenlerine git' diyorlardı. Tanıdıklarının onu sordurduğunun da farkındaydı zaten. Evlenip eşiyle yatağa girdikleri gece bozulmayan zarından akacak kan temizleyecek bütün geçmişini. Ailesine göre tertemiz kızları bir kez daha gururlandıracak onları.
Ama o sorgulamaya başladı kendini; Böyle bir işe neden girdi? Gerçekten paraya ihtiyacı var mıydı? Sıkıntılı bir günde seks in sıkıntılara iyi geldiğini görmek mi cazip geldi ona? Aşık olduğu adamın dahi namus sınırını öğrenerek bu işi bu nokta da kesmesi mi?... Bir yığın soru vardı aklında ve artık sıkılmıştı.
Zengin, saygın ortamlarda yetişmiş erkeklerin kendilerini kaybettikleri o andaki güçsüzlükleri en çok ilgisini çeken olmuştu zamanla. En önemli sorun buydu zaten onunda ilgisini çekmişti bu iş, garip bir zevk alıyordu. Tabii ki bu zevk aşık olduğu adamla yaşadıkları anlardaki temizlik, saflık, masumiyet, heyecan... içermiyordu. Zaten o hep kontrollü üzerinde olan adamların yüzüne mimiklerine bakıyordu, artık ne zaman nerelerine dokunacağında deneyimliydi, istedikleri anda orada oluyordu elleri, dudakları, belden aşağısı hariç tüm bedeni ve tam bir sevişmeden eksiksiz olarak rahatlatıyordu onları.
Şimdi başladığı yerdeydi daha öncede gelmişti bu banka ama bugün farklıydı. Başladığı gibi bitirmeliydi bu işi. Kafasında ki namus kavramı o gün nasılsa şimdi de aynı sınırda olmalı, uzun zamandır bakmadığı aynaya bakabilmeli, yaşadığı yerdeki herkesin dediği gibi namuslu kız diyebilmeli kendine, inanmalı. Ya ailesiyle konuştuğu telefonu atmalı elinden ya da iş telefonunu fırlatmalı... tek yanlı devam etmeli.
BAKİRE OROSPU (1)
İşe başladığından beri üç kuralı vardı, asla taviz vermeyeceği. Bu işe neden ve nasıl başladığını hatırlamıyordu tam olarak. Paraya ihtiyacı vardı, üniversitede okuyordu, çevresinde bakireliği, namusu sadece kızlık bozulması diye tanımlayan insanlar vardı...en son aklında kalanlar bunlar bundan önceki yaşantısına ait.
Birine aşık olduğunu sanmakla başladı her şey, onun için neler yapabilirdi, başka kızlarla yapmamasını istemediği şeyleri ona sağlamalıydı yani kendine zarar vermemeye çalışarak elinden ne gelirse işte. Ayrıldıklarında yıkılmıştı yaşadıkları derin yaralar açtı onda, anladı namusun aslında sadece bakirelikte olmadığını.
Yeni bir ilişkiye başladı bundan sonra daha dikkatli olmalıydı. Sevgilisine değer verdiğini belirtti her fırsatta ama o ondan bunu göstermesini istedi. Ona güveniyorsa eğer yanında rahat olmalıydı ona dokunmasına izin vermeliydi. Birkaç örnekle anlatmaya çalıştı daha bunlar için erken olduğunu ama eğer onunla evlenecekse ilerde yani buna inanıyorsa neden onunla bir şeyler yaşamasın ki diye düşündü. Hem bundan önceki sevgilisinden daha fazla değer veriyordu sanki bu sevgilisi ona, bu yüzden onunla yaşadıklarından daha fazlasını yaşayabilirdi onunla. Sevgilisi de zaten ilerde evlenmeden ölürsem falan diye, hani ayrılık olmayacak ya, kızlığını bozmuyor yani namus yine cepte(!).
Çevresinde ki bir çok erkeğe güvenmemeye başladı ikinci ilişkisi de bitince. Yeni bir ilişki sadece evlenmeye hazır olan bir erkekle olabilirdi ama daha kendisi evlenmeye hazır değildi. Kocasına bakireliğini saklamalıydı böylece onun namusu hakkında hiç şüphe etmeyecek geçmişinde yaşadığı ilişkileri sormayacaktı. Oysa ilk erkek arkadaşında bırakmıştı çocuk saflığını, eşiyle yaşamak istediklerini...
Sorunlu olduğu, kafasında çelişkiler yaşadığı bir gün karşısına çıkan bir banka dinlenmek için oturdu. İlk o gün geldi yanına biri, hiç tanımadığı eli ayağı düzgün bir adam. Amacı neydi bilmiyor belkide o da dinlenmek istedi sadece. Konuşmaya başladı bununla derdini anlatıyordu işten dolayı canı mı sıkılmıştı ne? 'Seks insanı rahatlatırmış' deyiverdi o gün sonra adamın bu işi onunla yapıp yapamayacağına dair soran bakışlarıyla karşılaştı. Hızlı düşünüp 'kurallarım var sadece. İlk kural para peşin olarak verilecek memnun kalınmazsa yalnızca yarısı iade edilecek. Eğer sonra tekrar istenirse geri alınan paranın üç katı ödeme yapılacak.İkinci kural ön sevişme, hazırlanış evresi şart ve çok can yakıcı işkence olmayacak. Üçüncü kuralıda ilişki yaşarken söylerim' dedi. Şartlarını kabul edince daha önceleri önünden geçerken hayranlıkla izlediği bir otele gittiler. Yanında ilk sevgilisi varmış gibi düşünüyordu hep. Gözlerini kapattı ve hayal içinde birbirlerine dokunmaya başladılar. Partnerinin de gözleri kapalıydı o da başaksıyla sevişiyordu o sırada hissediyordu bunu, içinde olduğu durumu düşünmek zorundaydı onun kadar kaygısız olamıyordu. Yavaş yavaş soyunmaya başladılar erkek daha sabırsızdı, kadınsa kontrollü. Kadın belden yukarısını açtı iş pantolonuna geldi ki sessizliği bozdu 'üçüncü kural bacaklarıma ve vajinama deymeyeceksin'. Erkek şaşırdı fakat çoktan düşünebilme, mantıklı karar verebilme durumundan geçmişti. Kadınında dokunuşlarıyla nereye, nasıl olduğunu anlamadan orgazm oldu. Bitmişti.
Artık o bu işi meslek halinde yapıyordu. Kurallar hep aynıydı. Sorun çıkaranlar oluyordu elbette ama genelde müşterilerini iyi eğitimli kişilerden seçtiğinden yani seçerek iş yaptığından büyük sorunlar çıkmıyordu. Parasının yarısını alan nadir müşterilerse genelde hep geri gelip daha çok para kazanmasını sağlıyordu. Geri gelenler her defasında onun gizlediği şeylere ulaşmak istiyorlardı. Tabi her seferinde havalarını alıyorlardı. Çünkü o bir gün bu mesleği bırakacak ve bakire yani (!) namuslu bir şekilde hayatına devam edecek...
...
Birine aşık olduğunu sanmakla başladı her şey, onun için neler yapabilirdi, başka kızlarla yapmamasını istemediği şeyleri ona sağlamalıydı yani kendine zarar vermemeye çalışarak elinden ne gelirse işte. Ayrıldıklarında yıkılmıştı yaşadıkları derin yaralar açtı onda, anladı namusun aslında sadece bakirelikte olmadığını.
Yeni bir ilişkiye başladı bundan sonra daha dikkatli olmalıydı. Sevgilisine değer verdiğini belirtti her fırsatta ama o ondan bunu göstermesini istedi. Ona güveniyorsa eğer yanında rahat olmalıydı ona dokunmasına izin vermeliydi. Birkaç örnekle anlatmaya çalıştı daha bunlar için erken olduğunu ama eğer onunla evlenecekse ilerde yani buna inanıyorsa neden onunla bir şeyler yaşamasın ki diye düşündü. Hem bundan önceki sevgilisinden daha fazla değer veriyordu sanki bu sevgilisi ona, bu yüzden onunla yaşadıklarından daha fazlasını yaşayabilirdi onunla. Sevgilisi de zaten ilerde evlenmeden ölürsem falan diye, hani ayrılık olmayacak ya, kızlığını bozmuyor yani namus yine cepte(!).
Çevresinde ki bir çok erkeğe güvenmemeye başladı ikinci ilişkisi de bitince. Yeni bir ilişki sadece evlenmeye hazır olan bir erkekle olabilirdi ama daha kendisi evlenmeye hazır değildi. Kocasına bakireliğini saklamalıydı böylece onun namusu hakkında hiç şüphe etmeyecek geçmişinde yaşadığı ilişkileri sormayacaktı. Oysa ilk erkek arkadaşında bırakmıştı çocuk saflığını, eşiyle yaşamak istediklerini...
Sorunlu olduğu, kafasında çelişkiler yaşadığı bir gün karşısına çıkan bir banka dinlenmek için oturdu. İlk o gün geldi yanına biri, hiç tanımadığı eli ayağı düzgün bir adam. Amacı neydi bilmiyor belkide o da dinlenmek istedi sadece. Konuşmaya başladı bununla derdini anlatıyordu işten dolayı canı mı sıkılmıştı ne? 'Seks insanı rahatlatırmış' deyiverdi o gün sonra adamın bu işi onunla yapıp yapamayacağına dair soran bakışlarıyla karşılaştı. Hızlı düşünüp 'kurallarım var sadece. İlk kural para peşin olarak verilecek memnun kalınmazsa yalnızca yarısı iade edilecek. Eğer sonra tekrar istenirse geri alınan paranın üç katı ödeme yapılacak.İkinci kural ön sevişme, hazırlanış evresi şart ve çok can yakıcı işkence olmayacak. Üçüncü kuralıda ilişki yaşarken söylerim' dedi. Şartlarını kabul edince daha önceleri önünden geçerken hayranlıkla izlediği bir otele gittiler. Yanında ilk sevgilisi varmış gibi düşünüyordu hep. Gözlerini kapattı ve hayal içinde birbirlerine dokunmaya başladılar. Partnerinin de gözleri kapalıydı o da başaksıyla sevişiyordu o sırada hissediyordu bunu, içinde olduğu durumu düşünmek zorundaydı onun kadar kaygısız olamıyordu. Yavaş yavaş soyunmaya başladılar erkek daha sabırsızdı, kadınsa kontrollü. Kadın belden yukarısını açtı iş pantolonuna geldi ki sessizliği bozdu 'üçüncü kural bacaklarıma ve vajinama deymeyeceksin'. Erkek şaşırdı fakat çoktan düşünebilme, mantıklı karar verebilme durumundan geçmişti. Kadınında dokunuşlarıyla nereye, nasıl olduğunu anlamadan orgazm oldu. Bitmişti.
Artık o bu işi meslek halinde yapıyordu. Kurallar hep aynıydı. Sorun çıkaranlar oluyordu elbette ama genelde müşterilerini iyi eğitimli kişilerden seçtiğinden yani seçerek iş yaptığından büyük sorunlar çıkmıyordu. Parasının yarısını alan nadir müşterilerse genelde hep geri gelip daha çok para kazanmasını sağlıyordu. Geri gelenler her defasında onun gizlediği şeylere ulaşmak istiyorlardı. Tabi her seferinde havalarını alıyorlardı. Çünkü o bir gün bu mesleği bırakacak ve bakire yani (!) namuslu bir şekilde hayatına devam edecek...
...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)